Bismillâhirrahmânirrahîm 83. (Resûlüm!) Sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım. 84. Gerçekten biz onu yeryüzünde
iktidar ve kudret sahibi kıldık, ona (muhtaç olduğu) her şey için bir
sebep (bir vasıta ve yol) verdik. 85. O da bir yol tutup gitti. 86. Nihayet güneşin battığı yere
varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. Onun yanında (orada) bir
kavme rastladı. Bunun üzerine biz: Ey Zülkarneyn! Onlara ya azap edecek
veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin, dedik. 87. O, şöyle dedi: «Haksızlık edeni
cezalandıracağız; sonra o, Rabbine gönderilecek; sonra Allah da ona
korkunç bir azap uygulayacak.» 88. «İman edip de iyi davranan kimseye
gelince, onun için de en güzel bir karşılık vardır. Ve buyruğumuzdan,
ona kolay olanını söyleyeceğiz.»
89. Sonra yine bir yol tuttu. 90. Nihayet güneşin doğduğu yere
ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlar için güneşe
karşı bir örtü yapmamıştık. 91. İşte böylece onunla ilgili her şeyden haberdardık. 92. Sonra yine bir yol tuttu. 93. Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu. 94. Dediler ki: Ey Zülkarneyn! Bu
memlekette Ye'cûc ve Me'cûc bozgunculuk yapmaktadırlar. Bizimle onlar
arasında bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi? 95. Dedi ki: «Rabbimin beni içinde
bulundurduğu nimet ve kudret daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle
destek olun da, sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel yapayım.» 96. «Bana, demir kütleleri getirin.»
Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince (vadiyi
doldurunca): «Üfleyin (körükleyin)!» dedi. Artık onu kor haline sokunca:
«Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim» dedi. 97. Bu sebeple onu ne aşmaya muktedir oldular ne de onu delebildiler. 98. Zülkarneyn: Bu, Rabbimden bir rahmettir. Fakat Rabbimin vâdi gelince, O, bunu yerle bir eder. Rabbimin vâdi haktır, dedi. TDV Meali Yukarıdaki Mealde manalar doğrudur.
Kuranın tamamına yanlış meal verilmemiş ama büyük bir kısmında mealler
yanlış verilmiş.Şimdi kehf suresinin derin manalarını içeren sırlarına
bakalım Kehf suresinin sırlarını yazmakla
bitiremeyiz. Bu sure Ledün ilminin giriş kapısıdır. Bu surede geçmiş
zamanların ve gelecek zamanların boyutları arasında yaşayan İnsanların
ve diğer varlıkların kaderlerinin anlatıldığı levh-i mahfuzun örtülü
sayfaları vardır. Kehf suresinin manevi gözleri bu olaylara bakar
derinlerden gelen sesler, lafızlar bu surede duyulur. Daha önceki
yazılarımızda Hz. Zülkarneyn den bahsetmiştik. Bu Muhteşem Zat, Zamanlar
arasında ve Kainatta seyahat eden ve Allahu Tealanın kendisine
bahşettiği “SEBEB” sırlarına derin vakfiyeti bulunan bir Peygamberdir.
SEBEB, Zamanlar arası ve Kainatta Gezegenler arasında seyahat etme
vasıtasıdır. SEBEB iki şekilde kullanılır. Birincisi; yedi bedenin ayrı
ayrı Nur Bedenlere ayrılması ile olur. İkincisi; madenleri uzay
gemilerine ve madenden ışığa çevirmekle olur. Hatta Sebeb le bütün
Elementlerin yapılarına hükmedilir yapıları değiştirilir. Çünkü Sebebe
sahip olan Allahu Tealanın Halifesidir. Hz. Zülkarneyn de öyle idi. Hala
o haldedir. Bismillâhirrahmânirrahîm Ve yes'eluneke an zil karneyn kul seetlu aleyküm minhü zikra Kehf-83
“ Sana Zülkarneynden sorarlar deki size ondan bir kıssa anlatacağım” Kehf-83
İnna mekkenna lehu fil erdı ve ateynahü min külli şey'in sebeba Kehf-84
“Muhakkakki biz onu Sebeble güçlendirdik. Yerde (ve Kainatta) ona her kuvveti verdik” Kehf-84
Ayette de anlaşıldığı gibi Allahu
Teala, Zulkarneyn As a yerde ve gökte görevlerini sürdürebilmesi için
SEBEB vasıtasını vermiştir.
Fe etbea sebeba Kehf-85
“sebebe tabi oldu” Kehf-85
Bu ayette Zülkarneynin as. Sebebe tabi
olmakla Sebebin gücüne sahip olduğu anlatılyor yani Hz. Zülkarneyn
yerde ve gökte Allahın izniyle dilediğini yapabilir kuvvete sahip
olmuştur.
Hatta iza belağa mağribeş şemsi
vecedeha tağrubü fı aynin hamietiv ve vecede ındeha kavma kulna yazel
karneyni imma en tüazzibe ve imma en tettehıze fıhim husna Kehf-86
“Güneşin uzak olduğu ve ısısının tesir
etmediği bir gezegene varınca orada volkanın akıntısında ısınan bir
toplum buldu dedikki; Ey Zülkarneyn dilersen onları bu yerden
Kurtarırsın dilersen orada bırakırsın” Kehf-86
Hz. Zülkarney o toplumu o gezegenden
alarak SEBEB e bindirip yaşanılabilir bir dünyaya götürmüştür. Gerekende
buydu Peygamberler zayıflara düşkünlere merhametlidir.
Kale emma men zaleme fe sevfe nüazzibühu sümme yüraddü ila rabbihı fe yüazzibühu azaben nükra Kehf-87
“(Zülkarneyn) dediki; zulmedenlere azap edeceğiz. Sonra onlar Rabbine döndürülür. Nakurun azabına uğrar” Kehf-87
Bu Ayette Hz. Zülkarneyn Kurtardığı
topluma hitaben bu sözleri söylüyor. Görev yaptığı dönemlerde Galaksimiz
içerisindeki bir kısım Güneş sistemleri, zamanımızda olduğu gibi,
galaksimizin merkezinde bulunan Karadeliğe (NAKUR) yakın bir yörüngede
idiler. Buna bizim Dünyamızda dahildi. Kurtardığı topluma; “sizler
iyilerden olmasaydınız sizi burada bırakmakla azap ederdik ve Nakurunda
azabına uğrardınız diyor. Hz. Zülkarneyn iyi Toplumlara iyilikle muamele etmiştir. Kötü toplumlarada kötülükle karşılık vermiştir.
Ve emma men amene ve amile salihan fe lehu cezaenil husna ve senekulü lehu min emrina yüsra Kehf-88
“Lakin kim salih amel işleyip Allaha yönelirse onlara mükafat olarak kolay anlaşılan güzel söz söyleyeceğiz” Kef-88
Bu Ayete Allaha yönelenlerin o ilimleri kolaylıkla alabileceğine işaret var.
Sümme etbea sebeba Kehf-89
“sonra yine Sebebe tabi oldu” Kehf-89
Hatta iza belağa matliaş şemsi vecedeha tatlüu ala kavmil lem nec'al lehüm min duniha sitra Kehf-90
“Güneşin aniden doğduğu yere varınca orada bir toplum buldu. Biz onlara Güneşin tesirinden korunacak bir gölgelik vermemiştik.” Kehf-90
Ayete göre Zülkarneyn as öyle bir
gezegene gidiyorki orada ne gölgesine sığınılacak bir dağ nede ağaçlar
var. Oranın halkı direk güneş ışınlarına maruz kalıyorlar. İşte bu
İnsanların vücut yapılarıda o iklime göre gelişmiştir. Haliyle büyük ve
beyazı olmayan siyah gözlere sahipler ve güneşin ışınlarını yansıtacak
kılsız vücutları vardı işte bu yer Yecüclerin yaşadığı gezegendi onların
bir kısmı daha iyi yaşanılacak bir Dünya arayışında idiler bu sebeple o
dönemde bizim dünyamızı istilaya başlamışlardı. Mayalar döneminde
Amerika kıtasını istila halinde idiler. Zülkarneyn as Yecüclerin nasıl
bir yerde yaşadıklarını görmek için gitmişti. Kezalik ve kad ehatna bima ledeyhi hubra Kehf-91
“böylece biz onun yanındakilerden haberimiz vardı” Kehf-91
Sümme etbea sebeba Kehf-92
“sonra yine Sebebe tabi oldu” Kehf-92
Hatta iza belağa beynes seddeyni vecede min dunihima kavmel la yekadune yefkahune kavla Kehf-93
“sonra iki sed (dünya) arasında dolaşınca hiç söz anlamayan (yecüc ve mecüc kavmini) dünyada buldu” Kehf-93
Kalu ya zel karneyni inne ye'cuce ve
me'cuce müfsidune fil erdı fe hel nec'alü leke harcen ala en tec'ale
beynena ve beynehüm seda Kehf-94
“Dedilerki; Ey Zülkarneyn Yecüc ve
mecücler Dünyamızda fesat çıkarıyorlar onlarla bizim aramıza bir set
çekmen için sana ücret verelim” Kehf-94
Yecüc ve Mecüc inançsız toplumlardır.
Bizim dünyamızı mayalar ve Sümerler döneminde bir defa daha istila
etmeye çalışmışlardır. Fakat Zülkarneyn as engeliyle karşılaşmışlardır.
Kale ma mekkennı fıhi rabbı hayrun fe eıynunı bi kuvvetin ec'al beyneküm ve beynehüm redma Kehf-95
“Zülkarneyn; Rabbimin bana verdiği
sebep sizin verginizden daha hayırlıdır siz bana tüm gücünüzle yardım
edin onların geldiği (gök kapısına) sed yapayım” Kehf-95
Resulullah Efendimiz gelmeden önce gök
kapıları herkese açıktı. Kainatın içinden Dünyamıza art niyetli
inançsız İnsanlar ve Cinler serbestçe geliyorlardı. Hata Cinler zamanın
Kahinlerine göklerden bilgi getiriyorlardı. Saffat suresinde Allahu
Teala bu olayı açık bir şekilde haber veriyor. “Ve (gökyüzünü) itaat dışına çıkan her şeytandan koruduk. Onlar, artık mele-i a'lâ'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar. Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır. Ancak (meleklerin konuşmalarından) bir söz kapan olursa, onu da delip geçen bir parlak ışık takip eder.” Saffat-7-8-9-10 (TDV Meali) Bu ayetlerin derin manalarını ileride açacağız İnşallah. İşte o dönemde Zülkarneyn as sadece Yecüc ve Mecüclerin Dünyaya gelen yollarına sed çekmişti. Atuni züberal hadıd hatta iza sava beynes sadafeyni kalenfühu hatta iza cealehu naran kale atunı üfriğ aleyhi kıdra Kehf-96
“Büyük demir kütleleri getirin iki ucu
aynı seviyede (pozitif ve negatif) oluncaya ve manyetik rüzgar
çıkıncaya ve demir kütlesi ateş halini alıncaya kadar dönderin. Onun
ortasında (oluşan sinyali gök kapısına) boşaltayım” Kehf-96
Bu Ayetin anlattığı şudur. Zülkarneyn
as iki büyük demir kütlesini bir araya getirip bir milin üzerinde
birbirine ters yönde döndürerek ki bu döndürme işlemini o yörenin halkı
yapıyordu bir çeşit sağlam alaşımlardan yapılmış ateşe dayanıklı miller
ve dişliler ili dev demir kütlesini ters yönde döndürüyordu bu cihazı
Zülkarneyn as inşa etmişti. Bu manyetik cihazdan çıkan ters
sinyalleri gök kapısına yollayan Zülkarmeyn as o kapıya set çekmiş oldu.
Böylece Yecüc ve Mecüc uzun müddet Dünyamıza gelemediler. Dünyada
kalanlar ise öldürüldü. Öldürülen Yecüc ve Mecücler Mayaların yerleşim
yerlerinde yerin yüzlerce metre altına gömüldü. Bugün Arkeolaoglar o
derin mezarları keşfettiler binlerce kemik parçasını hala inceliyorlar. Femestau ey yazheruhü ve mestetau lehu nakba Kehf-97
“ O Seddi aşamadılar delemediler” Kehf-97
Kale haza rahmetüm mir rabbı fe iza cae va'dü rabbı cealehu dekka' ve kane va'dü rabbı hakka Kehf-98
Ve vakit geldi o sed delindi. Yecücler yaklaşık yetmiş sene önce
Dünyayı ele geçirmeye çalışan gizli dünya devletinin yetkilileri ile
temas kurdular. Amaçları onları kullanıp Dünyamızı istila etmektir.
Yecücler boyları kısa olanlardır aynı kavmin birde uzun boyluları var
onlarda Mecüclerdir. Mayaların ve Sümerlerin tabletlerni ve
bıraktıkları eserleri inceleyenler onların arasında Yecüc ve Mecüclerin
katledilmeden önce bıraktığı mesajları buldular. Önemli bilgileri
aldıktan sonra bu belgeleri yaktılar bu belegeleri yakan bir Papazdır. Meksikonun ilk başpiskoposu Don Juan de Zumarrage dev bir otodafede eline geçebilen bütün yazmaları yakmıştır. Daha sonra bu bilgiler Hitlerin eline
kasıtlı olarak verildi uzaydaki Yecüclerle temas Kuran Hitler bu sayede
ufo teknolojinse sahip oldu amaç Yecüclerin yardımı ile Dünyaya hakim
olmaktı. Hitler Afrika kıtasını Yecüclere tahsis etti bu sebeple
Afrikadaki savaşlarda milyonlarca İnsan katledildi. Ve Afrika
fakirleştirildi ekonomik ve teknik gelişimi engellendi. Şuan aynı oyunu
Amerikayı yöneten gizli güçler oynuyor. Yecüclere ve Mecüclere,
teknoloji karşılığında Dünyaya yerleşmeleri için büyük imkanlar
sağladılar. İşte maya takvimin bu sene bitmesinin
sebebi; Yecüc ve Mecüclerin 2012 de dönecekleri mesajı önceden
verilmişti. Bu sene dönerlermi bilemem ama dikkat ederseniz 60 yıl önce
tek tük görünen Yecüc milleti artık filolarla geliyorlar. Armegeddon
savaşında dünya İnsanlarının en büyük düşmanı Deccalin gizli ordusu bu
Yecüclerdir. Onlara ait bilgiler büyük bir titizlikle gizleniyor. Bu düşmana karşılık Evrenin
derinliklerinden inançlı bir kavim daha geliyor. Onlarda Huzuru
Peygamberden aldıkları emirle yola çıktılar. Allah yardımcımız olsun Cafer İskenderoğlu
Sebe
suresinin ilk 9 ayeti müteşabihtir. Yani birden fazla anlamlar
içerirler. Allahu Tealanın sözleri kul sözleri gibi tek manaya gelmez.
Allahu Teala nın Kelamı Kainat içinde yankılanır. Kelamullah, değdiği
her kulağa ver her gönüle ayrı ayrı manalar yağmuru bırakır. Bu hal hem
Allahu Tealanın Kelamının derinliğini hemde Kelamında ışıyan ilimlerini
meydana çıkarır. Kuran Ayetlerinin en büyük mucizelerinden biri de
budur. Her ana, her zamana, her asra ayrı manalarda, ayrı hitapları
vardır. Hitap ettiği zamanda bir sonraki zamanların İlimlerine, Bilim
dallarınada kapı açar. Bu Bilimleri yine kendi ayetleri içerisinde
İnsanlık alemine bağışlar. İnsanlık alemi bu ilimlerin kıymetini bilirse
ve Kurana sımsıkı yapışırsa asrının ötelerindeki ilim ve bilime sahip
olur.
Bismillâhirrahmânirrahîm 1. Hamd, göklerde ve yerde
bulunanların hepsinin sahibi olan Allah'a mahsustur. Ahirette de hamd
O'na mahsustur. O, hikmet sahibidir, (her şeyden) haberi olandır. 2. Yerin içine gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni, oraya çıkanı bilir. O, esirgeyendir, bağışlayandır. 3. İnkârcılar: Kıyamet bize
gelmeyecek, dediler. De ki: Hayır! Gaybı bilen Rabbim hakkı için o,
mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile
O'ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz,
apaçık kitaptadır (yazılıdır). 4. Allah, inanıp iyi işler yapanları
mükâfatlandırmak için (her şeyi açık bir kitapta tesbit etmiştir). Onlar
için büyük bir mağfiret ve güzel bir rızık vardır. 5. Âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışırcasına uğraşanlar için de, en kötüsünden, elem verici bir azap vardır. 6. Kendilerine bilgi verilenler,
Rabbinden sana indirilenin (Kur'an'ın) gerçek olduğunu bilir; onun,
mutlak galip ve övgüye lâyık olan (Allah'ın) yoluna ilettiğini görürler. 7. Kâfir olanlar (kendi aralarında)
şöyle dediler: Çürüyüp paramparça olduğunuz vakit yeniden dirileceğinizi
söyleyerek haber veren kişiyi gösterelim mi? 8. «Acaba o, yalan yere Allah'a iftira
mı etmiştir? Yoksa onda delilik mi var?» (dediler). Hayır! Ahirete
inanmayanlar azaptadırlar ve derin bir sapıklık içindedirler. 9. Onlar, gökte ve yerde önlerine ve
arkalarına bakmıyorlar mı? Dilesek onları yere batırırız, ya da
üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Şüphesiz bunda (Rabbine) yönelen
her kul için bir ibret vardır. (TDV Meali) Yukarıda diyanet vakfının mealinden
Sebe suresinin ilk 9 Ayetini alıntı yaptık. Bu manalar Müteşabih olan
Sebe suresinin ön anlamlarıdır. Şimdi bu dokuz Ayete bir başka mana
açısından bakacağız. Allahu Teala yerleri ve gökleri
İnsanın istifadesine vermiştir. İnsan yerlerde ve göklerde Allahın
Halifesidir. Allah, İnsanı kendi Ruhuna bağlamıştır. Yeri gelmişken
kısaca Ruhtan bahsedelim. “ Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!” Hicr- 29 Hicr suresinin 29. ayetinde geçen
“Nefahtü” kelimesini üfledim anlamında veriyorlar. Oysa Allahu Tealanın
varlığı sınırsızdır. İlk bakşıta üflemesi için bir ağızı yada buna
benzer bir uzvu olması gerekir Allah bunlardan münezzehtir ona hiçbir
şekil ve sınır çizilemez. “nefahtü fihi min ruhi” Ruhuma bağladım,
ruhumun dahiline aldım demektir. İnsana, Allahın Halifesi özelliğini
veren bu haldir. İnsandan başka hiçbir varlıkta Ruh yoktur. Diğer
varlıkların yaşam kaynağı; Ruhun tecellisi olan bir hayat kaynağıdır.
Örnek verecek olursak İnsan ruhu Güneş ışığı gibi direk alınır. Diğer
canlı Mahlukat ise Güneşin Aydan yansıyan ışığı gibidir dolaylı gelir.
İnsan Allaha ait sonsuz Hayat kaynağı olan Ruha bağlandığı için ona
secde edilmiş, Halife ünvanını almış ve Kainat İnsanın emrine
verilmiştir. İnsanın Kainatta seyahat edip ufuklardaki Ayetlerden ilim
alması Allahu Tealanın İnsana bağışladığı bir lütuf ve verdiği bir
emirdir. Peki İnsanın Alemlerdeki bu tekamülünün nasıl olacağını Ayetler
nasıl beyan ediyor?.
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Elhamdü lillahillezı lehu ma fis semavati ve ma fil erdı ve lehüm hamdü fil ahırah ve hüvel hakımül habır” Sebe-1
“Hamd Allahındır yerlere göklere
yaydığı ne varsa onundur onun Hamdi geleceklerde de vardır. O Hakim ve
her şeyden haberi olandır.” Sebe-1
“Ya'lemü ma yelicü fil erdı ve ma yahrucü minha ve ma yenzilü mines semai ve ma ya'rucü fıha ve hüver rahıymül ğafur” Sebe-2
“yere ineni yerden semaya yükseleni semadan yere ineni yerden semaya yükseleni bilir Allah onlar için Rahim ve bağışlayıcıdr.” Sebe-2
Bazı mealciler gökten ineni yağmur ve
kar, yerde yükseleni ise buhar kabul etmişlerdir. Aslında bu Ayetlerde
İnsanın Evrendeki seyahatinden bahsediliyor. Evrendeki Ademlerin
çocuklarının birbirlerine olan ziyaret ve gidiş gelişleri bu Ayette
yerden semaya yükselen İnsanlar (Resulullah Efendimizin Miracı gibi) ve
Semadan yere İnen İnsanlar olarak anlatılmıştır. Allahu Teala göklerde
seyahat eden İnsanları Rahmeti ile korur. O rahmet evrendeki kozmik
ışınların İnsanın Nur bedenine zarar vermesini engeller. Dünyalar arası
seyahatler, yaşam olan gezegenlere Ademlerin indirilmeleri ile
başlamıştır. Ademlerin ve Eşlerinin Cennetten beden alemine, oradan
Dünyalarına gönderilmesi Nur bedenleri ile olmuştur daha sonra Ademler
diğer gezegenlerdeki Beden kardeşlerinden kız alıp damat vermişlerdir. “Ve kalellesıne keferu la te'tınes
saah kul bela ve rabbı le te'tiyenneküm alimil ğayb la ya'zübü anhü
miskalü zerratin fis semavati ve la fil erdı ve la asğaru min zalike ve
la ekberu illa fı kitabim mübın” Sebe-3
“inanmayanlara deki; saati geldiğinde
Rabbiniz, yerlerde ve göklerde en küçük yapıyı ve en büyük yapıyı bilen
alim (leri) gönderecektir (çünkü o ilimler) açık kitapta kayıtlıdır. Sebe-3
Zamanımız bu ayetin mucizesini
yaşıyor. Yakın zaman kadar İnsan atom ve daha alt yapılardan, nano
bilimden habersizdi bugün bilimsel olarak ayette geçen bu küçük
yapıların sıralarını öğrenmek için henüz minicik bir adım atmış
bulunuyoruz. Asıl dev bilimsel adımlar çok yakında gelecektir. Ayetin
bahsettiği uzayın en büyük yapılarını ise Dünyanın yörüngesine
yerleştirilen uzay teleskobu ile yeni görmeye başladık ama ancak
trilyonlarından bir parçasını. Ayette bahsedilen Alimler ise Neml
suresinin 40. ayetinde geçen “Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir
ilmi olan kimse” olarak Ayet ile tarif edilmiştir. Bu Alimlerden
çağımızda binlercesi yetişecek ve İnsanlara zerrelerin daha alt
alemlerini ve göklerin derinliklerini bildirip gezdirecek hatta zamanlar
arası seyahatları yaptıracaklardır. İnşaallah.
“Li yecziyellezıne amenu ve amilus salihüt ülaike lehüm mağfiratüv ve rizkun kerım” Sebe-4
“Allah salih amellerle (ve ilimler)
iştigal eden kullarına mükafatıdır. Onlara (cahillikten) mağfiret ve
(ilimlerden) rızıklar ikram eder” Sebe-4
İnsan ve insan-ı kamil seviyesine çıkabilenlere bu ilimler Allahu Tealanın bir ikramı olacaktır.
“ayetlerimizi geçersiz kılmaya çalışanlara ise acı bir azap vardır” Sebe-5
“Ve yerallezıne ütül ılmellezı ünzile ileyke mir rabbike hüvel hakka ve yehdı ila sıratıl azızil hamıd” Sebe-6
“Ve Rabbinden (kalplerine) ilim
indirilenler ( yerlerin ve göklerin gizledikleri ilimlerle) Rabbinin
Ayetlerinin Hak olduğunu gösterip doğru yola ulaştırırlar. O Aziz ve
hamd sahibidir.” Sebe-6
“Ve kalellezıne keferu hel nedüllüküm ala racüliy yünebbiüküm iza müzzıktüm külle mümezzekın inneküm lefı halkın cedıd” Sebe-7
“inanmayanlara deki; (göklerdeki ilim
rızıklarınızı arayacağınız ve oralarda seyahat edeceğiniz) vakit, Allah
mutlaka sizi (ışık) zerrelerine ayırıp yepyeni bir yaratılışla yaratır” Sebe-7
Everende İnsan fiziki bedeni ile
gezemez. Fizik bedenin Oksijene ve gıdaya ihtiyacı vardır. Ayrıca Fizik
beden ışık hızına ulaşamaz yanar yok olur. İnsan Evrende Nur bedene
geçer, Nur beden ışık hızından daha hızlıdır ve havaya suya ihtiyacı
yoktur. enerji ve Nur bedene geçiş hallerini “altı günde yaratılış ve
insan” kitabımızda detaylı anlatmıştık. Sebe suresinin 7. ayeti Nur
bedene geçişi işaret ediyor
“Eftera alellahi keziben em bihı cinneh belillezıne la yü'minune bil ahırati fil azabi ved dalalil beıyd” Sebe-8
“(buna) inanmayanlar Allaha iftira
edip uyduruyor derler. O kimseler inanmazlar bu delilik derler. Onlar
için (ilimden) uzak bir delalet ve azap vardır” Sebe-8
Yukarıdaki ayet inanmayanlara açık bir cevaptır. İnsan çağımızda bu halleri yaşayacaktır.
“E fe lem yerav ila ma beyne eydıhim
ve ma halfehüm mines semai vel ard in neşe' nahsif bihimül erda ev
nüskıt aleyhim kisefem mines sema' inne fı zalike le ayetel li külli
abdim münıb” Sebe-9
“ onlar yerlere ve göklere yaydığımız
(göklerde seyahat eden) kılavuzları görmüyorlarmı?. Eğer dilersek onları
yerin dibine geçiririz. Göklerden üzerlerine (ışın) zerreleri yollarız.
Bunlar Rabine yönelen kullar için birer ayettir.” Sebe-9
Ayette bahsi geçen “halfehum” kılavuz
demektir. O kılavuzlar görev başındalar Allahu Teala onları yere
düşmekten ve kozmik ışınlardan koruyor Kainatta onlar için zararlı
ışınlardan korunmuş yollar yaratmıştır bu yol haritalarını bilmeyenler
oralarda gezemezler. Yörüngeler gezegenlere yollar uzayın Alimlerinedir.
“içinde yörüngeler ve yollar olan göğe yemin ederim” Zariyat-7
Kainatın Ademoğullarının bir kısmı bu
yollardan bize doğru gelmek için yola çıktılar. Onlarla tanışmamız çok
yakındır. Önümüzdeki zor günlerde belkide biz Müslümanların elinden
tutup ayağa kaldıracaklar. Onların inançsız olanlarının bir dönem
Amerikalılara bir dönem Almanlara teknik sırlarını verdikleri gibi…
İnsan, İnsanın yaratılıştaki üstünlüğünü
anlatmıştık. İnsana ait hayatların sırlarını, Rüyaların hakikatını,
İnsanların yaratılışlarındaki devreleri ve daha birçok sırrı zamanımızın
yenilenen çağında İnsana rehber olması için açıklamanın zamanı geldi.
Anlatacaklarım ilk etapta size garip gelebilir. Zamanımıza kadar üstü
örtülmeye çalışılan Kur’an Ayetlerinin derinliklerinde bu sırlar zaten
vardır. İnsan Kainatta yaratılan en üstün varlıktır. Allahu Tealanın
İnsana nasıl son derecede önem verdiğini Bakara suresinde, Araf
suresinde geçen şu ayetler çok açık anlatıyor.
“Andolsun sizi yarattık, sonra size
şekil verdik, sonra da meleklere, Âdem'e secde edin! diye emrettik.
İblis'in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı.” Araf suresi-11
Alem-i Ervahta Meleklerin secde ettiği
İnsan bu zamanda yaratılış amacının çok gerisinde bir hayat yaşıyor.
Yeteneklerinin ve emrine verilen kainatın farkında değil. Bu halimizle
bize Melekler secde edermi? Esfeli safilinde bir hayat sürmemizin
sebebi Allahu Tealanın İnsanı kendisine halife olarak yaratmasını ve
üzerindeki emirlerini anlamamış olmasındandır. Artık bu basit hayattan
gerçek hayata doğru bilinçlenme zamanıdır. Allahu Tealanın Meleklere, “İnsana
secde edin” emrini vermesindeki hikmetler sayısızdır. Bu hikmetlerin
içerisinde Allahu Tealanın İnsana yüklemiş olduğu çok üstün yetenekler
ve yaşamlar vardır. Daha önceki yazılarımda bahsettiğim gibi Allahu
Teala her an yaratma halindedir. Rahman suresinin 29. ayeti Allahu
Tealanın bu halini açıkça beyan eder. Allahu Teala, zamansızlık
meydanında ve an içerisinde sonsuz defa AMA halinden isimleri ile
tecelli eder, Kainatlar yaratır, yarattığı Kainatlara İnsanlar,
Melekler, Cinler ve daha bilmediğimiz bir çok varlıklar yaratır
akabinde; Bakara suresinin 156. ayetinde geçen,“inna lillahi ve inna
ileyhi raciun” yani (Allahtan geldik, Allaha döneceğiz) süreci gereği
yaratılan tüm varlıların kıyameti kopar ve yaratılanlar tekrar Ama
haline döner bu hal sonsuzdur. Allahu Tealanın bu sonsuz defa
tekrarlanan ve Amadan Amaya tecellisi sürecinde, bir AMA döngüsü
içerisinde, bir İnsanı 16 defa yaratılır (bu konunun detaylı anlatımını
yakında çıkacak olan kitabımda bulacaksınız) her yaratılmasında o İnsan
boyutlar içinde yedi ayrı bedende tek bir hayat yaşar. Bir yazımızda
daha belirtmiştik Allah tek tir ve tek olmayı sever. Bu sebeple
yarattığı her varlığı çift yani birden fazla yaratmıştır. İşte sizlere
aşağıdaki Ayetlerde geçen İnsanlarda ve yaratılmışlardaki çift çift
yaratılmanın sırlarını vereceğim İnşaalah. İnsanın yedi ayrı bedende yaşaması
Hicr suresinin 87. Ayetinde anlatılmıştır. Mealdeki ilk mana doğrudur.
Ancak Ayetteki derin manalardan bir anlamı şöyledir.
“Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve yüce Kur'an'ı verdik.” Hicr-87 (tdv meali)
“Ve le kad ateynake seb'am minel mesanı vel kur'anel azıym” Hicr-87
Hicr suresinin 87. ayetind geçen
“seb’am” kelimesi yedi dir. “minel” kelimesi “mekan, bir şeye başlama”
anlamındadır. Bu manalar göre şu anlam bu ayete derin manalarından
birini daha verir.
“ yemin olsunki biz sana yedi mekanda tekrarlanan (bedeni) ve kur’an el Azimi verdik” Hicr-87
Resulullah Efendimizin Nübüvveti
Kainatı kapsar, Kainat ve içindekiler ise Ayetler topluluğudur. Haliyle
Kainat Kur’andır. Kainat 46 boyutludur. Kanatın ve İnsanın Ayetler
topluluğu olduğunu bize Fussilet suresinin 53. ayeti çok açık anlatıyor
bu ayette geçen “afak” kelimesi uzakları, Kainatı ve derinliklerini
ifade ediyor.
“. İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz…” Fussilet-53
Resulullah Efendimiz buyuruyorki; “sadık rüyalar nübüvvetin kırkaltı cüzünden bir cüzdür.” Peygamberler ve Evliyaların çoğu yedi bedeninin farkındadır. Resulullah Efendimizin bir kısım vahyi rüyasında aldığı malumdur. Resulullah Efendimiz yeryüzünde uykuda
iken “gece” ile temsil edilen ve bir başka alem de bulunan yedi
bedeninden birinin İlahi vahyi alarak birbiri ile irtibatlı olan
uykudaki bedenine malum olmuştur bu hale Rüya hali denir. Yani Rüya;
İnsanın uykuda ya da uyanık iken yedi bedeninden biri ile yaşadıklarını
uyanınca hatırlamasıdır. Uyanık halde yaşanan rüyalara Yakaza denir. Bu
halleri Ayetler ile anlatalım. Meallerin büyük bir bölümü hatalı
açılmıştır ancak Yasin suresinin ilk manası gerçeğe yakın verilmiştir.
Müteşabih olan bu ayetlerin bir başka anlamlarını vereceğiz.
“Yerin bitirdiklerinden, insanların
kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri
yaratan Allah'ı tesbih ve takdis ederim.” Yasin-36 (tdv meali)
“Sübhanellezı halekal ezvace külleha mimma tümbitül erdu ve min enfüsihim ve mimma la ya'lemun” Yasin-36
“sübhan olan Allah onların yerdeki nefislerinden çiftler yarattı onlar bilmiyorlar” Yasin-36
“Gece de onlar için bir ibret alâmetidir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler.” Yasin-37 (tdv meali)
“Ve ayetül lehümül leyl neslehu minhün nehara fe iza hüm muzlimune” Yasin-37
“ve onları gece (bedenlerinden) sıyırır çeker alırız bilinmeyen ayetlerimize” Yasin-37 “Muzlimun” kelimesi “karanlıkta kalan” anlamı ile beraber “bilinmeyen” anlamındadır.
“Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner). İşte bu, azîz ve alîm olan Allah'ın takdiridir.” Yasin- 38 (tdv meali)
“(işte bu) Aziz ve Alim olan Allahın takdiridir güneş (doğana kadar) akar (sürer)” Yasin-38
“ Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner.” Yasin-39 (tdv meali)
“Vel kamera kaddernahü menazile hatta ade kel urcunil kadiym” Yasin-39
“ayışığında uyumayıp uyanık kalan menzilerinize takdir ettik sonra eski halinize döner” Yasin-39
“kamer” kelimesi Ay anlamına geldiği
gibi “ay ışığında uyumayan, uyanık kalan” anlamındadır. Yasin suresinin
bu müteşabih Ayetlerinde Ay ve Güneşin Evrendeki hareketleri ve gece ile
gündüzün anlatıldığı gibi derin manalarından birinde de İnsanın gece
uyku sırasında bedeninden sıyrılıp alındığı ve bilmediğimiz
yaşamlarımızla buluşturulduğu anlatılıyor. Uykuda o bedenlerdeki
hatırlarımız uyanınca bize rüya olarak dönüyor. İnsanlar herhangi bir zamanda rüya
halinde değilde normal bir gününde yedi bedeninin biri veya birkaçı ile
karşılaşabilir. Bu haller Haktır. Bu konuda yaşanmış bir örnek vereyim. 1993 yılında bir Abimin başından geçen
olay şöyle cereyan etti. Öğlen Namazı için acele Camiye gidiyordu ama
geç kalmıştı Caminin abdest alma yerleri hemen ana kapının
merdivenlerinin kenarında cami duvarları boyunca dizilmişti. Abim,
“nasıl olsa vakte yetişemedim cemaat dağılsın da Namazımı Camide rahat
rahat kılarım” diye düşündü ve abdest alıp beklemeye başladı Cami
cemaatı Namaz sonunda dağılırken Abimde merdivelerden inenler arasıda
“arkadaşlara rastlarsam çay ocağında buluşalım” demek için cemaate
bakıyordu. Birden merdivenlerde kendisini inerken gördü çok şaşırdı
“acaba rüyadamıyım” diye düşünüp koluna bir çimdik attı hayır rüyada
değildi derken kendisinin diğer bedeni karşısına gelip durdu bir müddet
birbirine baktılar sonra konuşmadan ayrıldılar. Bu konuda Muhiddin Arabi hz. lerinden bir bölüm sunmadan geçmek ayıp olur. Fütuhat-ı mekkiyede şöyle yazmıştır. (Allahın büyüklüğü o arz içinde ortaya
çıkmıştır. Hakkın kudretini müşahade edene Allahın büyüklüğü orada
göründüğü gibi aklın imkansız saydığı pek çok şey o arzda mevcuttur.
Orası Allahı bilen ariflerin gözlerinin baktığı yerdir ve orada
dolaşırlar. Allah o arzın alemleri içinden bizim suretlerimize göre bir
alem yaratmıştır ki o alemi arife gösterdiği vakit, arif nefsini onda
müşahade eder. Kendisinden gelen bir rivayette Abdullah b. Abbas una
benzer bir şeye işaret etmiştir. Abdullah b. Abbas “bu Kabedir ve ondört
evden bir evdir” ayrıca “ yedi kat yerin her birinde bizim benzerimiz
olan yaratıklar vardır. Hatta onların arasında benim gibi ibni Abbas
vardır” demiştir. Keşif ehline göre bu rivayet doğrudur.) Hz. Alinin kendi Cenazesini yıkayıp namazını kıldığı ve defnettiği söyenir. Hatta birçok Evliyaullahın kendi cenazesine katıldığı bilinir.
“ Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır…” Talak suresi-12
Yedi kat gök, Kainata bakarsanız
sonsuzluğa bakmış olursunuz yedi kat gök göremezsiniz. Yerden yedi kat
aşağısı Dünyanın mağma tabakasına iner. O halde yedi kat gök ve yedi kat
yer ne demektir? Yedi kat gök ve yedi kat yerin anlamı
yerde ve gökte yedi kat iç içe olan zamanlardır. Yani zaman katlarıdır.
Zaman katları soğan kabukları gibi iç içedir aralarındaki berzah dan
dolayı birbirinden ayrılırlar. Rahman suresinin 19. ve 20. ayetlerinde
anlatılan derin manalarından biri de zaman katmanlarının birbirine
karışmamasıdır.
“İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar.” Rahman -19-20
Yaşadığımız şu an içerisinde iç içe
yedi zaman var aynı beldede yedi ayrı toplum yaşıyor. Yedi bedenimizin
her biri yerde ve gökte bu zaman sarmallarının içinde yaşarlar her
biride aynı Ruha bağlıdır ayrı ayrı Ruhları yoktur. Aynı Akıl alemine
bağlıdırlar ve hatırları aynı Lehf-i Mahfuzda toplanır. Her birinin iç
içe üçer bedenleri vardır Altı günde yaratılış kitabında bu bedenleri
anlatmıştık. Ashab-ı Kehf bu yedi zaman sarmalından birine saklandılar.
Evliyaullah da ara sıra bu zamanlar arasında gezer. Zamanın gerisi yada
ilerisine gitmek ayrı bir eğitim gerektirir ama aynı zaman içindeki yedi
ayrı zamana rüya, yakaza yoluyla gidildiği gibi normal halde de
gidilebilir. Bizim Dünya İnsanı ne zaman hırsı
bırakırsa, kavgayı savaşı sonlandırırsa, aza kanaat edip paylaşımcı
olursa, nefsini terbiye edip İnsan-ı Kamil olma yoluna girerse bu
yetenekleri ve daha fazlası varlığında hazır olacaktır.
“Her şeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız.” Zariat-49
“Birisi, yükselme derecelerinin sahibi olan Allah katından inkârcılara gelecek olan ve hiç kimsenin savamayacağı azabı istedi!” Mearic-1, 2, 3. (tdv meali)
“Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar” Mearic -4 (tdv meali)
Bismillahirrahmanirrahim Seele sailun bi'azabin vakı'ın. Mearic-1 “(Allahın dilemesi ile) olacak olan kıyamet, aniden (kainatı yok etmek için) yola çıkarıldı”
Lilkafirne leyse lehu dafi'un. Mearic-2 “kafirlerin onu savmaya gücü yetmez”
Ta'ruculmelaiketu verruhu ileyhi fiy yevmin kane mikdaruhu hamsiyne elfe senetin. Mearic-4 “o kademeleri melekler ve ruh, bir devrede (dünya yılı ile ellibin senede) kateder.”
Allahu Teala, Mearic suresinin 1,2,3,
ve 4. ayetlerinde bizlere; kıyametin aniden yola çıkarıldığını, Kıyamet
olayının zamana tabi olduğunu, bu zaman sürecinin Kainattaki İlahi
günlerden bir gün olduğunu ancak bu bir günün dünya yılı ile elli bin
sene süreceğini hatta bu zamanı Melekler ve Ruh’un İlahi günlerden bir
devrede kat ettiklerini bildiriyor. Allahu Teala Kuran-ı Kerimde, İlahi
günleri bahsederken; iki İlahi günden haber vermiştir. 1. Bir gün dünya yılı ile bin yıl olan zaman devresi; bin yıllık zaman dilimleri Hac suresi-47, Kadir suresi-3-4, Secde suresi-5. ayetlerinde geçer.
“Allah, gökten yere kadar her işi
düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre
bin yıl tutan bir günde O'nun nezdine çıkar.” Secde-5 (tdv meali)
“emirlerim, kainatla yer arasında bir devresi dünya yılı ile bin yılda haraket eder”
2. Bir gün dünya yılı ile elli bin yıl olarak sınıflandırmıştır. Elli bin yıl ise Mearic suresinin 4. ayetinde haber verilir. Kuran-ı Kerimde elli binlik zaman
devresi aynı zamanda Kainatın kıyametinin ne zaman kopacağının bilgisini
verir. Yani kıyametin saati bellidir. Zamanımızın meallerinde bu saatin
üstü örtülmüştür. Hatta bu meallerde güya Allahu Teala, Resulullah
Efendimize haşa aşağılayıcı tabirler kullanmıştır. Kur’an Ayetlerini
böyle basit algılayan bir kısım kimseler ise Resulullah Efendimizi haşa
sıradan bir İnsan gibi göstermişlerdir. Acaba onlar ve o düşünceye sahip
olanlar Resulullah Efendimizin tırnağı seviyesine çıkabilirlermi? Örnek; “sana kıyameti soruyorlar ne zaman kopacak diye, sen nerde onu anlatmak nerde” Naziat suresi 42-43 (Elmalılı meali)
Hemen hemen bütün meallerde bu mana mevcuttur. Oysa Allahu Teala Adem aleyhisselama bütün ilimleri öğretmiştir.
“Allah ademe bütün isimleri (esmanın ilimlerini) öğretti…” Bakara-31
Adem as, tüm Peygamberler, melekler,
kainat ve içindekiler Resulullah Efendimizin yüzü suyu hürmetine
yaratılmıştır. Şu kudsi Hadisi hatırlayın. “ey habibim sen olmasaydın alemeri yaratmazdım”
Araf suresinin 172. ayetini açmıştık o
ayette Allahu Teala Resulullah Efendimiz başta olmak üzere yarattığı
tüm insanları kainatta olacak ve bitecek her şeye şahit tutmuştu.
Bununla beraber Allahu Teala Habibini katına davet etmiş ve Resulullah
Efendimize bu Miracında sayısız Ayeti hal olarak yaşatmış ve onun ilmini
yinelemiştir ki bu hal çift çift yaradılış sırrının dahilindedir. Ayrıca Resulullah Efendimiz buyuruyor ki; (bir elinin iki parmağını bitiştirerek) “kıyametle aramızda bu kadar mesafe vardır” Öyleyse Resulullah Efendimizin kıyametin vakti hakkında bilgisi vardı
“Sana kıyameti, ne zaman gelip
çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun
vaktini O'ndan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağır gelmiştir.
O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana
soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah'ın katındadır; ama
insanların çoğu bilmezler.” Araf-187 (tdv meali)
“Yes'eluneke anis saati eyyane
mürsaha* kul innema ılmüha ınde rabbı* la yücellıha lil vaktiha illa hu*
sekulet fis semavati vel ard* la te'tıküm illa bağteh* yes'eluneke
keenneke hafiyyün anha* kul innema ılmüha ındellahi ve lakinne ekseran
nasi la ya'lemun” Araf-187
“sana kıyametin ne zaman
gönderileceğini soruyorlar deki onun ilmi Rabbimdedir. O (kıyamet) katre
(küçük) değildir ondan başkası onun büyüklüğünü bilemez o göklere ve
yere ağır gelir o (göklere ve yere uğramadan) size gelmez. ansızın
gelir. sana gizliden soruyorlar deki o (kıyamet) sadece Allahın ilmidir
lakin insanların çoğu bunu bilmezler” Araf-187
“Sana kıyameti sorarlar: Gelip çatması ne zamandır? (derler.)” Naziat-42 tdv meali)
“Sen onu nereden bilip bildireceksin!” Naziat-43 (tdv meali)
“Onun nihaî ilmi yalnız Rabbine aittir.” Naziat-44 (tdv meali)
“( bu ilim sana) Rabbinin sonsuz (ilminden verilmiştir.)
Allah katında zaman yoktur zamanlar
kainat ve içindekiler için yaratılmıştır. Allahu Teala, yaratılışı ve
kıyameti zamana bağlamıştır. Allah’ın Dehr (zaman) sıfatı yaratılan
zamanla aynı değildir. Yaratılan zaman türleri Dehr sıfatının emrindeki
sanal zamanlardır. Aslında yaratılış ve kıyametler olup bitmiştir şu an
yaşadığımız devre için bunu söylüyorum. Ancak kainat ve biz zamana bağlı
olduğumuz için olup biten yaratılış ve kıyameti algılamamız bu
şekildedir. Kabirdeki bir ölünün zamanı daha yavaş geçer ölü bir kimse
zamanı çok yavaş algılar yani Allah katındaki devrelerden birgün elli
bin yılımıza tekamül ettiği gibi kabir alemindekilerin zamanı bunun
tersidir yani dünya hayatındakilerin bir günü kabirdekilerin binlerce
yılına yakındır. Velhasıl kıyamet Allah katından yola çıkmıştır. Bu hal
bizim zamanımıza göre vuku bulacaktır. Ancak sanıldığı gibi kainatın
kıyameti önümüzdeki yüz yada ikiyüz yıl içerisinde olmayacaktır.
Kainatın daha uzun bir yaşam süreci vardır. Dünyamızın kıyametinin kopması üzerinde yaşamın tükenmesidir. Bu süreci Resulullah Efendimiz şöyle bildirmiştir. “Ahir zamanda zaman ınkıtaya
(kesintiye)uğrar. Bir yıl bir ay gibi, bir ay bir hafta gibi, bir hafta
bir gün gibi, birgün bir saat gibi, bir saat ise hurma yaprağını yanıp
bitmesi gibi biter.” Resulullah Efendimiz bir başka hadsi şerifinde şöyle buyurmuştur. “Ümmetimin ömrü bin beşyüz yılı geçmez” Şimdi bu hadislerin manalarını açarsak şöyle bir sonuç çıkar. Şuan 1433 hicri yılındayız yani
Resulullah Efendimizin bildirdiği zaman göre ümmetin 1500 – 1433 = 67
yıl ömrü kalmıştır. Yukarıdaki zamanın ahir zamanda kesintiye uğradığını
bildiren hadisi şerife göre incelersek ümmetin gerçek zamanı ortaya
çıkacaktır. Ahir zamanda bir yıl bir ay gibi ise 67 x 12 = 804 yıl
ümmetin ömrü kalmıştır. Bu hesaba göre dünyada İslamın daha 804 yıl
azalarak yaşanacağı gerçeği anlaşılıyor daha sonra yeryüzünde Allaha
inanan kalmayacak bu süre esnasında dünyanın ekolojik dengesi tamamen
sarsılacak dünya çölleşecek hayvanların nesli bitecek, atmosfer dahada
incelecek ve dünyada İnsan türüde yok olacaktır. Böylece dünya
üzerindekilerin lokal kıyameti yaşanmış olacaktır.
Kainatın kıyametine gelince, Mearic
suresinin ilk dört ayetinde anlaşıldığı gibi Allah katındaki elli bin
yıllık yolculuğa çıkan fakat Hak katında bir gün olan süreç başlamıştır.
Işık saniyede yaklaşık 300 000 km yol alır. Yola çıkan kıyamet süreci
ise meleklerin ve Ruhun hızındadır. Melekler nur yapıdadır. Nur ise
ışığın çok ötesindedir nur ile ışık aynı anlamda ve yapıda değildir.
Işık nurun milyonlarca defa ışığı azaltılmış halidir. Yıldızlar arasındaki uzaklıklar Güneş
sistemindeki gezegenler arası uzaklıklardan çok büyüktür; bunun için
ışık yılı denen bir uzaklık ölçüsü kullanılır. Işığın saniyedeki hızı
300.000 km/s dir. Buna göre ışığın 1 yılda aldığı yol; 365,242 x 24 x 3600 x 300.000= 9,467.10¹² km’dir. Yani 9467 milyar km’dir.
Bu hesaba göre kıyametin nasıl bir
hızla yaklaştığını düşünün. Kıyametin çıkış noktası Sidretül müntehadır.
Yani yaratılışın başladığı mahal bu anlamda yaratılış ve kıyamet aynı
anda başlamıştır içinde bulunduğumuz bilinçsiz zaman bize bu mesafenin
çok uzak olduğu zannını veriyor. Yineden zamanın pençesindeki kainatın
kıyametine bizim zamanımızla daha binlerce yıl var. Çünkü Mearic
dereceler kademeler anlamındadır. bu anlama göre kıyamet kainata elli
bin yılın kademeleri aralarında inmektedir. En iyisini Allah bilir.
1, 2, 3, 4, 5. Ebu Leheb'in iki eli
kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O, alevli
bir ateşte yanacak. Odun taşıyıcı olarak ve boynunda hurma lifinden
bükülmüş bir ip olduğu halde karısı da (ateşe girecek). (tdv meali)
Tebbet suresinin meali hatalı verilmiştir. Allahu Teala asla beddua etmez. Faraza
beddua etse o an da bedduası tutar. Allahu Tealanın yarattığı bir
kuluna beddua ettiğini düşünmek, haşa Allah’a acziyet isnad etmektir.
“İnnema emruhu iza erade şey'en ey yekule lehu kün fe yekun” Yasin-82
“biz bir şeyi yaratmayı irade buyurduğumuz da ona ol deriz anında oluverir” Yasin-82
Tebbet suresinin birinci ayetine mana verenler, yasin suresinin 82. ayetini dikkate almamışlar. Yasin suresinin 82. ayetinde Allahu
tealanın buyurduğu gibi bir isteğinin yaratılmasın ve gerçekleşmesine
Allahın “OL” demesi yeterlidir. Buna göre, eğer Allahu Teala, Ebu
Lehebe “elleri kurusun” deseydi Ebu Lehebin anında elleri kurur ve
tahta gibi olurdu. O halde Tebbet suresinin anlamını asıl manası ile
açmak gerekir. Kuran Ayetlerine Meallerini çok dikkatli ve araştırarak
vermek lazımdır. Ayetlerin gerçek manalarını verirken bir bilim
Komisyonu kurulması ve bu Komisyona Astronomi, Matematik, Kimya , Tıp,
Fizik ve Nano Teknoloji Uzmanlarınında katılarak Ayetlerin manaları
hakkında görüş bildirmeleri elzemdir. Böylece Ayetlerin asıl manasına
yakın anlamları içeren bir Kur’an Meali ortaya çıkacaktır. Aksi takdirde
elimizde bulunan Meallerin anlamlarındaki hatalar sebebi ile hatalı
mana verilmiş ayetler, Ateistlerin, alay konusu olmaktadır. Kur’an
Ayetlerinin alay konusu olmasına bilerek ya da bilmeyerek sebebiyet
vermek Allah katında ağır bir yükümlülüktür.
Tebbet suresinin birinci Ayetinde
geçen “TEBB” kelimesi zarar, ziyan ve kaybetmek anlamına gelir. Aynı
Ayette geçen “YED” kelimesi; el anlamına geldiği gibi ayrıca; kuvvet,
kudret, yardım, vasıta ve mülk anlamlarınada gelir. Tebbet suresinin
birinci Ayetinde geçen “YED” kelimesinin Ayetteki anlamı ise Allahu
Tealanın, Resulullah Efendimizle ve gönderdiği Kur’anla bildirdiği
imanı, ebedi hayattaki üstün İnsan olma vasfını ve Allahu Tealanın
sayısız ikramları manasındadır.
TEBBET SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim. “Tebbet yeda ebiy lehebiv ve tebb” Tebbet-1
“kaybetti ebu leheb azametimden (kudretimden gelen) (dünya ve ebedi hayatındaki ikramları) kaybetti (ulaşamadı)” Tebbet-1
Allahu Teala bu ayette; ebu lehebin
Resulullah Efendimize ve Kur’ana inanmaması ve Resulullah Efendimize
eziyetler etmeleri sebebi ile dünya hayatında ve ebedi hayatında Allahu
Tealanın kulları için yarattığı birçok güzel vasfı ve ikramları
kaybettiğini bildiriyor. “Ma ağna 'anhü malühu ve ma keseb” Tebbet-2
Allahu Tealanın her kuluna yakınlığı
yani merhameti ve sevgisi vardır. Allahu Teala bu Ayette, Peygamber
gelmeden evvel ebu lehebi ve diğer insanları mesul tutmadığını ve onlara
bir yakınlığı olduğunu ancak Peygamber ve Kitap göndermesi neticesinde
ebu lehebin onları reddetmesi sebebi ile Allahu Tealanın ona
yakınlığını kaybettiğini bildiriyor. “Seyasla naran zate leheb” Tebbet-3
“ ağır yük altına girecek” Tebbet-4 “Fi cidiha hablüm mim mesed” Tebbet-5
“boynundan tutulacak boyu ip gibi uzatılacak” Tebbet-5
Tebbet suresinin 3, 4, ve 5. ayetlerini iyi anlamak için Araf suresinin 40. Ayetini iyi anlamak gerekir.
“Bizim âyetlerimizi yalanlayıp da
onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları
açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete
giremiyeceklerdir! Suçluları işte böyle cezalandırırız!” Araf-40
Kainatın kıyameti esnasında Mümin
olanlar kıyametin azabını yaşamayacaklardır. Araf suresinin 40.
Ayetindede bildirildiği gibi Müminler gökkapılarından geçip emin bir
Mahalde Kainatın kıyametini seyredeceklerdir. Allaha, peygamberlerine ve Ayetlerine
inanmayanlar ise kainatı yutacak olan “SUR” un yani Karadeliğin Evreni
ve içindekileri yutması sonucu, inkar edenler de gök kapılarından
geçmekten mahrum olup Karadelikten geçerken cehennem azabı
yaşayacaklardır. Karadelik bir varlığı emdiği zaman öyle bir şiddetle
çekerki o varlık ip gibi uzar. Uzayan varlık öyle incelirki vücudunu
meydana getiren atomların elemanları dahi tesbih gibi sıralanarak sicim
gibi o Karadelikten geçer. Bu geçiş Dünya zamanı ile belki milyonlarca
yılı bulur. Karadeliğin iç kısmı süratle döndüğü için milyonlarca derece
sıcaklığa ulaşır, işte ebu leheb ve ona benzeyenlerin azabı budur.
Tebbet Suresinin 3, 4, 5, Ayetlerinde anlatılan azap budur. Ebu lehebin
boynundan tutulup uzatılması ve ateşe atılması bununla beraber ağır bir
yükün yani azabın altına girmesi bu halleri yaşamasıdır. Yaşayacak da… Cafer İskenderoğlu
Kainatın mana alemine sancak olan, Alemlerin şehidi, Huzuru Peygamberin sancağı..
Her Peygamberin bir diyeti vardır. Hz. Adem’in diyeti, Cennetten yeryüzüne gönderilmekti. Hz. Nuh’un diyeti, tufanda oğlunu manen ve zahiren kaybetmekti, Hz. Nuh tufan esnasında Allahu Tealaya yalvararak şöyle dedi; “Nuh Rabbine dua edip dedi ki: «Ey
Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vâdin ise elbette haktır.
Sen hakimler hakimisin.” Hud-45 (tdv meali)
“Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla
senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde
hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden
olmamanı tavsiye ederim.” Hud -46 (tdv meali) Hz. Eyüp, yıllarca hastalık çekti. Hz. Zekeriya testereyle iki parçaya ayrıldı. Hz. Zekeriya kendisini öldürmeye gelen
Yahudilerden kaçarken büyük bir ağaca rastladı, ağaca hitaben “ey ağaç
gövdeni aç beni sakla” dedi. Ağaç hz. Zekeriyayı gövdesine aldı,
peşinden gelen Yahudilerin arasındaki şeytan ağaçta onu gördü ve “şu
ağaca gizlenmiş ağacı kesin” dedi. Yahudiler büyük bir testere ile ağacı
kesmeye başladılar. Testerenin ağzı hz. Zekeriya nın vücudunu kesmeye
başlayınca; hz. Zekeriya bir defa can acısıyla “ah” dedi. O an Allahu
Teala, hz. Zekeriyaya hitaben; “ey zekeriya bir defa daha ah dersen seni
peygamberler defterinden silerim dedi. Hz. Yahya nın başı kesildi. Yahudiler, hz. Yahyayı tapınakta koyun boğazlar gibi kestiler. Dünyada diyeti olmayan bazı Peygamberlerin diyeti mana aleminde başka bir sırdır. Alem-i Ervahta, Peygamber Efendimize
diyet takdir edilirken, bu diyet ehli beytinden seçildi. O sahne şöyle
cereyan etti. Hz. Fatıma Annemiz; “ya Resululah diyetin ben olayım, hz.
Ali; “ben olayım”, hz. Hasan “o diyet ben olayım, hz. Hüseyin; o diyet
benim dediler. Ve hz. Hüseyin, Resulullah Efendimizin diyeti olarak seçildi. Bu hadise hz. Hüseyinin şehadetinin mana alemindeki sebebidir. Dünya aleminde Allahu Teala olayları sebeplerle yaratır. Hz. Hüseyinin şehadeti de bir sebepler zincirine göre zuhur etmiştir. Allahın izniyle, hz. Hüseyinin şehid
olacağından, Resulullah Efendimzin, ehli beytinin ve hz. Hüseyinin
kendisinin haberi vardı ve o şehadete bilerek onurla gitti. Haberdar
oldukları şöyle anlatılır.
Resulullah Efendimiz ümmü Seleme
Annemizin evinde iken Cebrail (as) geldi. Resulullah Efendimiz Ümmü
Seleme annemize: “Ya Ümmü Seleme Kapıda dur içeriye kimse girmesin,”
dedi. O sırada hz. Hüseyin geldi ve Resulullah Efendimize sarıldı.
Resulullah Efendimiz onu kucağına aldı, öptü ve sevdi. Cebrail (as):
“Onu çok mu seviyorsun?” dedi. Efendimiz de: “Evet!” dedi. Bunun üzerine
Cebrail (as): “ümmetin onu öldürecektir!” dedi. Resulullah Efendimiz,
“Demek onu öldürecek olanlar ümmetim” dedi. Cebrail (as) “ istersen onun
öldürüleceği yeri sana göstereyim,” dedi ve gösterdi. Oradan bir avuç
toprak alıp getirdi. Resulullah Efendimiz o toprağı aldı ve kokladı ve
“Bu toprak gam ve bela kokuyor,” buyurdu. Daha sonra toprağı Ümmü Seleme
Annemize emanet olarak verdi ve “Ey Ümmü Seleme! Bu, torunum Hüseyin’in
öldürüleceği yerin toprağıdır. Bu toprak ne zaman kan haline gelirse o
vakit bil ki Hüseyin öldürülmüstür,” buyurdu. Resulullah Efendimiz bu toprağın
Kerbela toprağı olduğunu söylemisti. bu yere “tasa ve bela” yeri
demiştir. Hz. Ali (ra) “Siffın”e giderken bu yöreden geçmisti. Fırat
kenarında bir köy olan Ninova’ya gelince durdu ve buranın adını sordu.
Kerbela cevabını alınca Hz. Ali (ra) gözyaşlarını tutamadı. Şöyle dedi. “Bir defasında Resulullah’n huzuruna gitmistim. Ağlıyordu. “Ya Rasulallah Seni ağlatan nedir?”
diye sorduğumda bana: “Az önce Cebrail aleyhisselam yanımdaydı. Bana
oğlum Hüseyin’in Fırat kenarında Kerbela denen yerde öldürüleceğini
haber verdi ve o topraktan bir avuç alıp bana koklattı. Gözyaşlarım
akıyorsa bu benim elimde değil kendimi tutamadım,” buyurdu. Hz. Hüseyin
efendimizin şehid edildiği gün Ümmü Seleme Annemize verilen kızıl toprak
kan haline gelmişti. Annemiz onu kan şeklinde görünce: “Eyvah
Hüseyin’im Eyvah Rasulullah’ın reyhani” diyerek ağlamaya başladı ve
etrafa haber verdi. Bu acı haberi duyan Medine halkı feryatlara boğuldu.
Kerbela olayının nasıl gerçekleştiğini bir alıntı ile kısaca verelim. (Emevi Devletinin kurucusu Muaviyenin oğlu I. Yezidin halifeliğini ilan etmesi üzerine,Küfe şehri halkı buna karşı gelmiş ve Hz. Alinin oğlu Hüseyini halife yapmak üzere Kufeye çağırmışlardı.
Yezidin halifeliğine karşı çıkan hz. Hüseyin, akraba ve adamlarıyla
birlikte Kufeye gitmek için Medineden hareket etti. Yezid,Kufe ve Basra
valisi Ubeydullahı, hz.Hüseyinle onu izleyenleri cezalandırmakla
görevlendirdi. Ubeydullah da, Iraka doğru ilerleyen hz. Hüseyinle
beraberindekilerin üzerine Rey valisi atadığı Ömer bin Sadı gönderdi.
Güçlerin denk olmadığını kestiren hz. Hüseyin, beraberindekilere
Medineye dönmeyi önerdi. Fakat onu izleyenler kararlıydılar. Dönmektense
ölmeyi seçtiklerini, bildirdiler. Gene de ayrılanlar oldu ve hz.
Hüseyin yanında kalanlarla yola devam etti. Fırat kıyısında, Ninova
yöresindeki Kerbelaya ulaştılar.
Hz. Hüseyin ve
beraberindekiler, burada Ömer bin Sadin 4000 kişilik ordusuyla
karşılaştılar. Hz. Alinin oğlu Hüseyin, Ömer bin Sada Küfelilerin
çağırışı üzerine geldiğini açıkladı. Ancak Küfeliler istemezse geri
dönecekti. Ömer, hz. Hüseyinin açıklamasını Ubeydullaha bildirdi. Ondan
akıl danıştı.
Yezidin yakın adamı Ubeydullah kararlıydı.
Ömere, hz. Hüseyin ve beraberindekilerin susuz kalmaları için ne yapmak
gerekiyorsa yapılmasını buyurdu. Böylelikle, hz. Hüseyinin kayıtsız
şartsız teslim olmasını sağlamak amacındaydı. Ubeydullahın buyruğu,Ömer
bin Sada 9 Muharrem günü ulaşmıştı.
Ertesi gün, 10 Muharrem
780 tarihinde, hz. Hüseyin konakladıkları çadırların arasına çukurlar
kazdırdı. Beraberindekileri savaş düzenine soktu. Kadınlar ve çocuklarla
helalleşti. Sonra atına binip Ömer bin Sadin saflarına doğru ilerledi.
İyi niyetli,içtenlikle dolu konuşması hiçbir etki yapmadı. Ömer bin
Sad,Ubeydullahtan korkuyordu. Böylece, teke tek çarpışma başladı.Teke
tek çarpışmada Ömerin adamları çok kayıp verdiler. Durumu gören Ömer Bin
Sad toplu saldırı emrini verdi. Sayıca azlık olan hz. Hüseyin tarafı
yiğitçe dayandıysa da, çok geçmeden birkaç kişi kaldı. En sonunda 33
mızrak ve 34 kılıç yarası alan hz. Hüseyin de şehit düşmüştü.) Sonra kendini Müslüman sanan bir cani,
hz. Hüseyinin mubarek başını kesmek için bıçağını boğazına dayayınca;
orada bulunan bir kişi şöyle dedi; “ sakın boğazından kesme bir defa
Resulullahın onu boğazından öperken görmüştüm” Peygambere hürmete
bakarmısınız? Hem torununu öldürüyor hemde Peygamberin hatırasına
boğzadan kesmiyor sonra ensesinden Mubarek Başı kesiliyor. İşte günümüze kadar gelen ve halen
devam eden İslam anlayışımız bu. İslam adına İslamı katletmek. Hz.
Hüseyin İslam adına islamı katledenleri durdurmak ve Mubarek dedesinin
getirdiği Temiz dini korumak amacı ile Huzuru Peygambere sancak olma
haline doğru yürüdü. Giderken de yanında beraber savaşan 70 e yakın
yiğit ile kendi ailesinden onlarca Şehit götürdü. Bu Mubarek
Şehitlerinden biride hz. Hüseyinin cenkten yorulup dinlenirken kucağına
alıp sevdiği henüz altı aylık yavrusu idi. O minik Şehit Babasının
kucağında boğazına saplanan bir ok ile şehit oldu. Hz. Hüseyinin ve yarenlerinin şehitliğine şahit olan bir ağacın hala kan ağladığı söylenir Peygamberlerin diyetleri, onların Mana alemindeki nişanlarıdır. Peygamberlerinde peygamberi olan
Resulullah efendimizin diyeti diğer Peygamberlere göre daha ağırdır.
Sebebi ise kainatta gerçek manada Allahın Halifesi olan Peygamber
efendimizin, Alemlere hüküm için huzuru Peygamber müessesi kurulmuştu.
Huzuru Peygambere, hz. Hüseyinin hakikatı huzuru Peygamberin sancağı
olacaktı. Hz. Hüseyinin maneviyatı şu anda huzuru Peygamberin Mubarek
sancağıdır. Alemlere feyz vermektedir. Allahtan dileğimiz, mana aleminde
feyiz dalgaları yayan, kainatın sancağı hz. Hüseynin yüzü hürmetine
İslam aleminin ayrılıkları bırakarak islamın özünde birleşmesidir.
Zamanın İslam adına en büyük
eksikliği, hz. Fatıma Annemizin, hz. Ali nin, hz. Hasanın, hz. Hüseyinin
ve Ehli beytin dualarımızda, fatihalarımızda anılmamasıdır. En büyük
yanlışımız Ehlibeyt konusunu anlatan kişileri Alevi yada Şia
görmemizdir. Zaten Alevi, Şia, Sünni, vs ayrımı yapmak, Resulullah
Efendimizin getirdiği İslam anlayışına, Din kardeşliğine ters düşüyor.
Her ayrı İslam cemaati Kurana ve Resulullaha inanıyor.
“deki; sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum; istediğim, ancak yakınlarıma (Ehl-i Beytime) sevgidir.” Şuara-23
İslam Bilim Dinidir. İslam ve islamın kutsal kitabı
Kur’an’ın amacı; Allahu Teala’nın İnsanın evrende yükselmesini emrettiği
zirveye yükseltmek için gönderilmiştir. Daha önce sizlere Kur’an Ayetleri ile anlattığımız gibi Kainatın Yaratılışının ana unsuru İnsandır. Allahu Teala, İnsanı, yaratmış olduğu gaye üzerinde manen ve ilmen yükseldiğini görmek ister. Allahu Teala, Enam suresi-59 da bizlere bilimi nerelere gizlediğini bulmamız için yol göstermiştir.
“Ve ındehu mefatihul ğaybi la
ya'lemüha illa hu* ve ya'lemü ma fil berri vel bahr* ve ma teskutu miv
verakatin illa ya'lemüha ve la habbetin fı zulümatil erdı ve la ratbiv
ve la yavisin illa fı kitabim mübın” Enam–59
“Gaybın anahtarları Allah'ın
yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa
bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları
içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık
bir kitaptadır.” Enam–59 (tdv meali)
Gaybın çeşitleri çoktur. Allah’ın zatına has gayb; bu gayb ilmini zatından başkası bilemez, Allah’ın ilmi isteyen kulları için bildirdiği gayb; bu gayb dairesinin sınırları hücrenin altı kat altından başlayıp, Sidretül müntehanın sınırına kadar olan sınırı ihtiva eder. Bu sınırlar dahilindeki, Gayb
dairesinin bilinmesine Allahu Teala izin vermiştir. Çünkü yarattığı
İnsan halifesidir. Allahu Teala, Gaybın İnsana has tüm ilimlerinin,
araştırılması ve bilinmesi iznini Tekvir suresinin 24. ayetinde açıkça
verilmiştir.
Aynı izin, bazı sırları da işaret ederek enam suresi 59. ayetinde de verilmiştir.
“Gaybın anahtarları Allah katındadır.
Onları yalnız o bilir. (kainattaki) kara ve denizdekileri o bilir. (O
anahtarlar) kıl (incecik) gibi evraklara gizlenmiştir. O en küçük
zerrelerin içindekileri ve karanlıkların gizlediklerini bilir. Nemli ve
kuru ne varsa ( yaratılmış her varlık) kitabı mübindedir.” Enam-59
Daha düne kadar atom ve altyapıları
İnsana Gayb ve karanlıktı, Evrenin derinliklerinde gördüğümüz galaksi
görüntüleri Gayb değimliydi? Çok yakında iki Sidretül müntehanın da
sınırları keşfedilecek bu sınırların birisi maddelerin en alt yapısında
diğeri de Evrenin içinde yaratılmış olan varlıkların ötesindedir. İşte
bu iki sınır aynıdır. Bu sınırda Allahu Teala, Mikro ile Makroyu
buluşturur. İkisini cem eder. Şu an akıl almayabilir ama büyük ve küçük o
sınırda iflas eder ve tüm ilmini açığa çıkarır. Allahu Teala, Enam suresinin 59.
ayetinde bizlere; hücreleri hücrelerin daha da alt yapılarını, DNA’ların
kıl gibi ince yapılarını ve bizlere karanlık yani bilinmeyen bir
dünyada olan atom altı yapıyı, nano tekniği, kainatı, kainatın içindeki
kıl inceliğindeki solucan deliği adı verilen tünelleri bu tünellerin
açıldığı kapıların ardındakileri, sidrenin sınırını, Nemli; yani canlı varlıkları, kuru;
yani cansız varlıkları, (bu ilim kapılarının misallerini daha da
çoğaltabiliriz) araştırmamızı bilmemizi emrediyor. Sebebi ise sen
Allahın halifesisin Alim olman gerek, cahil değil. Ne yazıkki; Kur’anı Kerimin
muhtevasında daha gün ışığına çıkmamış bilim dalları var iken, Evrendeki
karadelikleri, solucan deliklerini, genleri, nano tekniği ve daha
birçok bilimi İslam gençlerinin ve bilim adamlarının araştırıp bulması
gerekirken, batılı buluyor ve bizim dinimizle dalga geçiyorlar. İslam
alemi, daha ne zamana kadar Silahını, Teknolojisini, Tıp ilmini,
Astronomi ilmini batılıdan alacaktır? Daha düne kadar bu saydığımız
İlimlerin Babası İslam Alimleri değimliydi? Zamanımızda Din bilgisi bilimsellikten
çıkarılmış, yerini birçok uydurma hurafe ve İslam’da olmayan bilgilerle
doldurulmuş, İslam’ın İnsanlara sunduğu ilim kısıtlanıp kaybolmuştur. İlim yerine, bölünme, Mezhep kavgalarına, cemaat ayrımcılığına sürüklendik. Ortaçağın Hıristiyan Din adamlarının
bilimin önüne Din adına engel koymalarıyla başlayan engizisyon, bu gün
İslam adına kendilerini İslam Alimleri sanan kişiler tarafından, İslam
adına sessizce uygulamaya konulmuştur. “Peygamber de sizin gibi bir İnsandır
derece olarak sizden bir farkı yoktur” diyen ve Alim geçinen cahil,
İslam alemine ne verebilir?. Tamamen kapalı bir devre haline
getirilen İslam, aslına uygun olmaktan çıkarılmış, Kur’an ın bilimsel
derinliklerinden ilim tahsili yapmak nerdeyse yasaklanmış, Kur’anın
derinliklerinden haber verenlere de günahkar, dinden çıkmış gözü ile
bakılmaya başlanmıştır. Bir zamanlar İslam ilminin pınarları
olan Tasavvuf ocaklarının çoğu asıl gayesinden uzaklaştırılmış, bir
kısmı din turizmi haline getirilmiştir.Diğer Tasavvuf ocaklarının bir
çoğunda ise talebelere, İslami ilim tahsili yasaklanmış kayıtsız şartsız
o ekolun başındaki kişiye itaat ve teslimiyet şartı getirilmiştir.
“Hocaya veya şeyhe soru sormak edep dışıdır” sözü uydurularak o Şeyhin
ya da Hocanın cehaleti gizlenmiştir. Hatta cemaatler kendi aralarında
bile birbirlerine kitaplarını, sohbetlerini yasaklamıştır. Oysa Resulullah Efendimizin Talebeleri
olan Sahabeler, Peygamber Efendimizden değişik bir bilgi öğrendikleri
zaman şöyle sorarlardı:
“ Ya Resulullah bu söylediğiniz Allah tarafından inen bir ayet mi yoksa kendi sözünüz mü?”
İşte İslam da Peygamber Efendimiz zamanında başlayan sorarak öğrenme özgürlüğü daha sonradan kaldırılmıştır. Cemaatlerin çok az bir kısmı asıl gayesi üzerinde çaba vermektedir. İslam da ki bu ve buna benzer
yasaklamalar, Emeviler devrinde başlamış, Hür İslam toplumunu kendi
emirlerine almak ve bu toplumun yönetimini Padişahlığa dönüştürmek için,
zamanın yönetimindeki kişilerin emrinde olup da fetva veren ve
Peygamber Efendimizin (sav) dilinden birçok hadis uyduran (Yahudi
kökenli) Alim müsveddeleri türetilmiş, gerçek İslam Alimleri de Emeviler
ve sonradan gelen benzer yönetimlerin çeşitli baskıları ile susturulmuş
veya katledilmiştir. Böylece zaman içerisinde İslam dini,
İlim dini olmaktan çıkmış, görünüşe kılık kıyafete, önem veren
müntesiplerini her fırsatta Cehennemle tehdit eden, düşünmeyi
yasaklayan, Kainatta yaratılmış olan en üstün varlığı yani İnsanı kendi
kalıbında kalmasını sağlayan ve diğer varlıklar karşısında küçülten,
aslından uzaklaştıran bir Din haline getirilmiştir. Alimlerin ilmi ise, derinliğine göre değil, kıyafetlerine ve sakallarının uzunluğuna göre değerlendirilmiştir. İslam dini Kainattaki ve Dünyadaki tüm
İnsanlara hitap eden bir kutsal kitabın, Kuran-ı Kerimin emirlerine
tabi iken, İslam alemi kendi içine dönük ve İslam olamayan, İnsanlardan
ayrı yaşamaya zorlanır hale gelmiş, yabancı bir dindeki İnsanla
yakınlaşmanın altında şüpheli şeyler aranmaya başlanmıştır. Oysa
Peygamber Efendimiz, Hiçbir başka din mensubunu ya da inançsızı
ayırmadan her İnsana İslam’ı tebliğ etmiştir. İslam dini altında her İnsan eşittir. Peygamber efendimiz veda hutbesinde bunu açıkça beyan edip şöyle buyurmuştur. “Ey insanlar! Rabbiniz birdir, babanız
birdir. İslâm'da insanlar eşittir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız,
Adem de topraktan yaratıldı. Allah katında en değerliniz, en çok
Allah'a sığınanız, emirlerine yapışanınız, günahlardan arınanınız,
azabından korunanızdır. Bir Arab'ın, Arap olmayana, bir başkasının
Arab'a, bir siyahın bir kızıl deriliye, bir kızıl derilinin bir siyaha,
takvanın dışında bir üstünlük sebebi yoktur.” Peygamber Efendimizin bu sözleri İslam’ın, İnsanları eşit gördüğünün delilidir. Ancak, biz İslam aleminin mensupları,
Kuran-ı Kerime tam uymadığımız gibi, Peygamber Efendimizin sözlerine de
itaatimiz tartışılır. Bugün İslam’ın ana unsurunun Kılık kıyafet
olduğunu dayatanlar eşit olan İnsanlar arasında neden ayrım yapmıştır? İşte size çarpıcı bir örnek;
“Tesettür; kadın hür ise bütün bedeni avrettir. Eller ve yüz hariç hiçbir yerine bakılamaz haramdır. Kadın cariye ise; bazı alimler onun
avret yeri göbekle diz arasıdır demiştir. Bazıları da, cariyenin avreti,
yaptığı iş sırasında açılmasına ihtiyaç olmayan kısımlardır. Demiştir
buna göre cariyenin başı, kolları, bacakları, boynu, göğsü avret
sayılmaz. demişlerdir.” (Kaynak; Kütübü sitte, cilt-3 sayfa12)
Şimdi; Cariye veya başka bir İnsan
Allahın yarattığı şerefli ve üstün bir varlık değimli? Cariye, Müslüman
olsun ya da olmasın bir İslam toplumu içerisinde yaşıyorsa bu ayrımcılık
neden? Cariyenin avret yeri Müslümanın nefsini azdırmazmı? İşte İslam aleminin son zamanlardaki İslam ilmi adına tartıştığı konular buna benzer konulardır. Oysa Allahu Teala yarattığı insanlara
arasında, yaratılışları ve rızıkları dünya üzerindeki İnsanca yaşam
sürmeleri hakkında ayrım yapmamış ve diğer yarattıklarına karşı üstün ve
şerefli kılmıştır.
“Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve
şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve
denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları,
yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” Isra -70 (tdv meali)
Ebu Hureyre Ra diyor ki; “Ben Resulullahdan iki kab dolusu ilim aldım. Bunlardan birini size naklettim. Diğerini de nakletmiş olsaydım boynumu vururdunuz” Buharî, İlim, 42.
Ebu Hureyre Hz.leri gibi Kuran
ilimlerinin hakikatine ulaşan birçok İslam mutasavvıfı ve düşünürü
yazmış oldukları eserlerde Kuran’ın derinliklerini anlatan cümlelerinde
daha ileri gitmekten korkarak “ Bundan öteye anlatmaya bize müsaade
yoktur” diyerek, konuyu kapatmışlardır. Sebebi ise dar düşünen, sonsuz
İslam ilmine kendi kafalarında sınır koyan, kaba sofuların fitne
çıkarmasını önlemek içindir. Zaman artık, Sidretül münteha
ilimlerini keşfetme zamanıdır. Batılılar, tahrif olmuş Tevrat ve
İncilden medet umup, teoloji paralel bilimin derinliklerini
araştırırken, İslam alemi Kuranı evin duvarlarına asmış ağlamaktadır.
Hazineler yüklü Kuranı Kerim varlığındaki İlimleri açacak Alimleri
beklemektedir. Maddeden icat edilecek her makine ve alet yapılmıştır.
Ancak, Zaman yolculuğu, Galaksiler arası seyahat, hastalıklı hücrelerin
yerine yenisini üretmek, İnsan uzuvlarını Bioelektronik teknikle icat
etmek, ömürleri uzatmak Ruhun sırları ile birleşip kalpleri düşünceleri
okumak ve daha birçok bilim dalı artık maneviyatla yani Kuran la
yürüyecektir.
Ahir zamanı yaşadığımız şu günlerde
kalplerde küllenen İlmi imanın ve ilmin yeniden tazelenmesi için,
İslam’ın İnsanlara verdiği hürriyeti ve derin ilimleri tüm açıklığıyla
anlatmanın İnsanın, Kainat ta sonsuz kere tekrarlanan hayatlarını ve bu
hayatlarındaki evrelerin ve her evredeki olgunlaşmalarını
hatırlayabilmeleri için bu konudaki Ayetlerin zamanımıza ve ötelerine
hitap eden manalarının açıklanmasının vakti gelmiştir.