28 Mart 2012 Çarşamba

Sırlar Zamanı Yecüc Mecüc

e-Posta
Bismillâhirrahmânirrahîm
83. (Resûlüm!) Sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım.
84. Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık, ona (muhtaç olduğu) her şey için bir sebep (bir vasıta ve yol) verdik.
85. O da bir yol tutup gitti.
86. Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. Onun yanında (orada) bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz: Ey Zülkarneyn! Onlara ya azap edecek veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin, dedik.
87. O, şöyle dedi: «Haksızlık edeni cezalandıracağız; sonra o, Rabbine gönderilecek; sonra Allah da ona korkunç bir azap uygulayacak.»
88. «İman edip de iyi davranan kimseye gelince, onun için de en güzel bir karşılık vardır. Ve buyruğumuzdan, ona kolay olanını söyleyeceğiz.»


89. Sonra yine bir yol tuttu.
90. Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık.
91. İşte böylece onunla ilgili her şeyden haberdardık.
92. Sonra yine bir yol tuttu.
93. Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu.
94. Dediler ki: Ey Zülkarneyn! Bu memlekette Ye'cûc ve Me'cûc bozgunculuk yapmaktadırlar. Bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi?
95. Dedi ki: «Rabbimin beni içinde bulundurduğu nimet ve kudret daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olun da, sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel yapayım.»
96. «Bana, demir kütleleri getirin.» Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince (vadiyi doldurunca): «Üfleyin (körükleyin)!» dedi. Artık onu kor haline sokunca: «Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim» dedi.
97. Bu sebeple onu ne aşmaya muktedir oldular ne de onu delebildiler.
98. Zülkarneyn: Bu, Rabbimden bir rahmettir. Fakat Rabbimin vâdi gelince, O, bunu yerle bir eder. Rabbimin vâdi haktır, dedi.
TDV Meali
Yukarıdaki Mealde manalar doğrudur. Kuranın tamamına yanlış meal verilmemiş ama büyük bir kısmında mealler yanlış verilmiş.Şimdi kehf suresinin derin manalarını içeren sırlarına bakalım
Kehf suresinin sırlarını yazmakla bitiremeyiz. Bu sure Ledün ilminin giriş kapısıdır. Bu surede geçmiş zamanların ve gelecek zamanların boyutları arasında yaşayan İnsanların ve diğer varlıkların kaderlerinin anlatıldığı levh-i mahfuzun örtülü sayfaları vardır. Kehf suresinin manevi gözleri bu olaylara bakar derinlerden gelen sesler, lafızlar bu surede duyulur. Daha önceki yazılarımızda Hz. Zülkarneyn den bahsetmiştik. Bu Muhteşem Zat, Zamanlar arasında ve Kainatta seyahat eden ve Allahu Tealanın kendisine bahşettiği “SEBEB” sırlarına derin vakfiyeti bulunan bir Peygamberdir. SEBEB, Zamanlar arası ve Kainatta Gezegenler arasında seyahat etme vasıtasıdır. SEBEB iki şekilde kullanılır. Birincisi; yedi bedenin ayrı ayrı Nur Bedenlere ayrılması ile olur. İkincisi; madenleri uzay gemilerine ve madenden ışığa çevirmekle olur. Hatta Sebeb le bütün Elementlerin yapılarına hükmedilir yapıları değiştirilir. Çünkü Sebebe sahip olan Allahu Tealanın Halifesidir. Hz. Zülkarneyn de öyle idi. Hala o haldedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ve yes'eluneke an zil karneyn kul seetlu aleyküm minhü zikra
Kehf-83

“ Sana Zülkarneynden sorarlar deki size ondan bir kıssa anlatacağım”
Kehf-83

İnna mekkenna lehu fil erdı ve ateynahü min külli şey'in sebeba
Kehf-84

“Muhakkakki biz onu Sebeble güçlendirdik. Yerde (ve Kainatta) ona her kuvveti verdik”
Kehf-84

Ayette de anlaşıldığı gibi Allahu Teala, Zulkarneyn As a yerde ve gökte görevlerini sürdürebilmesi için SEBEB vasıtasını vermiştir.

Fe etbea sebeba
Kehf-85

“sebebe tabi oldu”
Kehf-85

Bu ayette Zülkarneynin as. Sebebe tabi olmakla Sebebin gücüne sahip olduğu anlatılyor yani Hz. Zülkarneyn yerde ve gökte Allahın izniyle dilediğini yapabilir kuvvete sahip olmuştur.

Hatta iza belağa mağribeş şemsi vecedeha tağrubü fı aynin hamietiv ve vecede ındeha kavma kulna yazel karneyni imma en tüazzibe ve imma en tettehıze fıhim husna
Kehf-86

“Güneşin uzak olduğu ve ısısının tesir etmediği bir gezegene varınca orada volkanın akıntısında ısınan bir toplum buldu dedikki; Ey Zülkarneyn dilersen onları bu yerden Kurtarırsın dilersen orada bırakırsın”
Kehf-86

Hz. Zülkarney o toplumu o gezegenden alarak SEBEB e bindirip yaşanılabilir bir dünyaya götürmüştür. Gerekende buydu Peygamberler zayıflara düşkünlere merhametlidir.

Kale emma men zaleme fe sevfe nüazzibühu sümme yüraddü ila rabbihı fe yüazzibühu azaben nükra
Kehf-87

“(Zülkarneyn) dediki; zulmedenlere azap edeceğiz. Sonra onlar Rabbine döndürülür. Nakurun azabına uğrar”
Kehf-87

Bu Ayette Hz. Zülkarneyn Kurtardığı topluma hitaben bu sözleri söylüyor. Görev yaptığı dönemlerde Galaksimiz içerisindeki bir kısım Güneş sistemleri, zamanımızda olduğu gibi, galaksimizin merkezinde bulunan Karadeliğe (NAKUR) yakın bir yörüngede idiler. Buna bizim Dünyamızda dahildi. Kurtardığı topluma; “sizler iyilerden olmasaydınız sizi burada bırakmakla azap ederdik ve Nakurunda azabına uğrardınız diyor.
Hz. Zülkarneyn iyi Toplumlara iyilikle muamele  etmiştir. Kötü toplumlarada kötülükle karşılık vermiştir.

Ve emma men amene ve amile salihan fe lehu cezaenil husna ve senekulü lehu min emrina yüsra
Kehf-88

“Lakin kim salih amel işleyip Allaha yönelirse onlara mükafat olarak kolay anlaşılan güzel söz söyleyeceğiz”
Kef-88

Bu Ayete Allaha yönelenlerin o ilimleri kolaylıkla alabileceğine işaret var.

Sümme etbea sebeba
Kehf-89

“sonra yine Sebebe tabi oldu”
Kehf-89

Hatta iza belağa matliaş şemsi vecedeha tatlüu ala kavmil lem nec'al lehüm min duniha sitra
Kehf-90

“Güneşin aniden doğduğu yere varınca orada bir toplum buldu. Biz onlara Güneşin tesirinden korunacak bir gölgelik vermemiştik.”
Kehf-90

Ayete göre Zülkarneyn as öyle bir gezegene gidiyorki orada ne gölgesine sığınılacak bir dağ nede ağaçlar var. Oranın halkı direk güneş ışınlarına maruz kalıyorlar. İşte bu İnsanların vücut yapılarıda o iklime göre gelişmiştir. Haliyle büyük ve beyazı olmayan siyah gözlere sahipler ve güneşin ışınlarını yansıtacak kılsız vücutları vardı işte bu yer Yecüclerin yaşadığı gezegendi onların bir kısmı daha iyi yaşanılacak bir Dünya arayışında idiler bu sebeple o dönemde bizim dünyamızı istilaya başlamışlardı.  Mayalar döneminde Amerika kıtasını istila halinde idiler. Zülkarneyn as Yecüclerin nasıl bir yerde yaşadıklarını görmek için gitmişti.
 
Kezalik ve kad ehatna bima ledeyhi hubra
Kehf-91

“böylece biz onun yanındakilerden haberimiz vardı”
Kehf-91

Sümme etbea sebeba
Kehf-92

“sonra yine Sebebe tabi oldu”
Kehf-92

Hatta iza belağa beynes seddeyni vecede min dunihima kavmel la yekadune yefkahune kavla
Kehf-93

“sonra iki sed (dünya) arasında dolaşınca hiç söz anlamayan (yecüc ve mecüc kavmini) dünyada buldu”
Kehf-93


Kalu ya zel karneyni inne ye'cuce ve me'cuce müfsidune fil erdı fe hel nec'alü leke harcen ala en tec'ale beynena ve beynehüm seda
Kehf-94

“Dedilerki; Ey Zülkarneyn Yecüc ve mecücler Dünyamızda fesat çıkarıyorlar onlarla bizim aramıza bir set çekmen için sana ücret verelim”
Kehf-94

Yecüc ve Mecüc inançsız toplumlardır. Bizim dünyamızı mayalar ve Sümerler döneminde bir defa daha istila etmeye çalışmışlardır. Fakat Zülkarneyn as engeliyle karşılaşmışlardır.

Kale ma mekkennı fıhi rabbı hayrun fe eıynunı bi kuvvetin ec'al beyneküm ve beynehüm redma
Kehf-95

“Zülkarneyn; Rabbimin bana verdiği sebep sizin verginizden daha hayırlıdır siz bana tüm gücünüzle yardım edin onların geldiği (gök kapısına) sed yapayım”
Kehf-95

Resulullah Efendimiz gelmeden önce gök kapıları herkese açıktı. Kainatın içinden Dünyamıza art niyetli inançsız İnsanlar ve Cinler serbestçe geliyorlardı. Hata Cinler zamanın Kahinlerine göklerden bilgi getiriyorlardı. Saffat suresinde Allahu Teala bu olayı açık bir şekilde haber veriyor.
“Ve (gökyüzünü) itaat dışına çıkan her şeytandan koruduk.
Onlar, artık mele-i a'lâ'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar.
Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır.
Ancak (meleklerin konuşmalarından) bir söz kapan olursa, onu da delip geçen bir parlak ışık takip eder.”
Saffat-7-8-9-10 (TDV Meali)
Bu ayetlerin derin manalarını ileride açacağız İnşallah.
İşte o dönemde Zülkarneyn as sadece Yecüc ve Mecüclerin Dünyaya gelen yollarına sed çekmişti.
Atuni züberal hadıd hatta iza sava beynes sadafeyni kalenfühu hatta iza cealehu naran kale atunı üfriğ aleyhi kıdra
Kehf-96

“Büyük demir kütleleri getirin iki ucu aynı seviyede (pozitif ve negatif)  oluncaya ve manyetik rüzgar çıkıncaya ve demir kütlesi ateş halini alıncaya kadar dönderin. Onun ortasında (oluşan sinyali gök kapısına) boşaltayım”
Kehf-96

Bu Ayetin anlattığı şudur. Zülkarneyn as iki büyük demir kütlesini bir araya getirip bir milin üzerinde birbirine ters yönde döndürerek ki bu döndürme işlemini o yörenin halkı yapıyordu bir çeşit sağlam alaşımlardan yapılmış ateşe dayanıklı miller ve dişliler ili dev demir kütlesini ters yönde döndürüyordu bu cihazı Zülkarneyn as inşa etmişti.
Bu manyetik cihazdan çıkan ters sinyalleri gök kapısına yollayan Zülkarmeyn as o kapıya set çekmiş oldu. Böylece Yecüc ve Mecüc uzun müddet Dünyamıza gelemediler. Dünyada kalanlar ise öldürüldü. Öldürülen Yecüc ve Mecücler Mayaların yerleşim yerlerinde yerin yüzlerce metre altına gömüldü. Bugün Arkeolaoglar o derin mezarları keşfettiler binlerce kemik parçasını hala inceliyorlar.
 
Femestau ey yazheruhü ve mestetau lehu nakba
Kehf-97

“ O Seddi aşamadılar delemediler”
Kehf-97

Kale haza rahmetüm mir rabbı fe iza cae va'dü rabbı cealehu dekka' ve kane va'dü rabbı hakka
Kehf-98

“Deki Rabimin vaadi haktır vakti gelince Rabbim ( o Seddi)  deler”
Kehf-98

Ve vakit geldi o sed delindi.
Yecücler yaklaşık yetmiş sene önce Dünyayı ele geçirmeye çalışan gizli dünya devletinin yetkilileri ile temas kurdular. Amaçları onları kullanıp Dünyamızı istila etmektir. Yecücler boyları kısa olanlardır aynı kavmin birde uzun boyluları var onlarda Mecüclerdir.
Mayaların ve Sümerlerin tabletlerni ve bıraktıkları eserleri inceleyenler onların arasında Yecüc ve Mecüclerin katledilmeden önce bıraktığı mesajları buldular. Önemli bilgileri aldıktan sonra bu belgeleri yaktılar bu belegeleri yakan bir Papazdır.
Meksikonun ilk başpiskoposu Don Juan de Zumarrage dev bir otodafede eline geçebilen bütün yazmaları yakmıştır.
Daha sonra bu bilgiler Hitlerin eline kasıtlı olarak verildi uzaydaki Yecüclerle temas Kuran Hitler bu sayede ufo teknolojinse sahip oldu amaç Yecüclerin yardımı ile Dünyaya hakim olmaktı. Hitler Afrika kıtasını Yecüclere tahsis etti bu sebeple Afrikadaki savaşlarda milyonlarca İnsan katledildi. Ve Afrika fakirleştirildi ekonomik ve teknik gelişimi engellendi. Şuan aynı oyunu Amerikayı yöneten gizli güçler oynuyor. Yecüclere ve Mecüclere, teknoloji karşılığında Dünyaya yerleşmeleri için büyük imkanlar sağladılar.
İşte maya takvimin bu sene bitmesinin sebebi; Yecüc ve Mecüclerin 2012 de dönecekleri mesajı önceden verilmişti. Bu sene dönerlermi bilemem ama dikkat ederseniz 60 yıl önce tek tük görünen Yecüc milleti artık filolarla geliyorlar. Armegeddon savaşında dünya İnsanlarının en büyük düşmanı Deccalin gizli ordusu bu Yecüclerdir. Onlara ait bilgiler büyük bir titizlikle gizleniyor.
Bu düşmana karşılık Evrenin derinliklerinden inançlı bir kavim daha geliyor. Onlarda Huzuru Peygamberden aldıkları emirle yola çıktılar.
Allah yardımcımız olsun
Cafer İskenderoğlu

Sırlar Zamanı 2

e-Posta
Sebe suresinin ilk 9 ayeti müteşabihtir. Yani birden fazla anlamlar içerirler. Allahu Tealanın sözleri kul sözleri gibi tek manaya gelmez. Allahu Teala nın Kelamı Kainat içinde yankılanır. Kelamullah,  değdiği her kulağa ver her gönüle ayrı ayrı manalar yağmuru bırakır. Bu hal hem Allahu Tealanın Kelamının derinliğini hemde Kelamında ışıyan ilimlerini meydana çıkarır. Kuran Ayetlerinin en büyük mucizelerinden biri de budur. Her ana, her zamana, her asra ayrı manalarda, ayrı hitapları vardır. Hitap ettiği zamanda bir sonraki zamanların İlimlerine, Bilim dallarınada kapı açar. Bu Bilimleri yine kendi ayetleri içerisinde İnsanlık alemine bağışlar. İnsanlık alemi bu ilimlerin kıymetini bilirse ve Kurana sımsıkı yapışırsa asrının ötelerindeki ilim ve bilime sahip olur.



Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Hamd, göklerde ve yerde bulunanların hepsinin sahibi olan Allah'a mahsustur. Ahirette de hamd O'na mahsustur. O, hikmet sahibidir, (her şeyden) haberi olandır.
2. Yerin içine gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni, oraya çıkanı bilir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.
3. İnkârcılar: Kıyamet bize gelmeyecek, dediler. De ki: Hayır! Gaybı bilen Rabbim hakkı için o, mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile O'ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz, apaçık kitaptadır (yazılıdır).
4. Allah, inanıp iyi işler yapanları mükâfatlandırmak için (her şeyi açık bir kitapta tesbit etmiştir). Onlar için büyük bir mağfiret ve güzel bir rızık vardır.
5. Âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışırcasına uğraşanlar için de, en kötüsünden, elem verici bir azap vardır.
6. Kendilerine bilgi verilenler, Rabbinden sana indirilenin (Kur'an'ın) gerçek olduğunu bilir; onun, mutlak galip ve övgüye lâyık olan (Allah'ın) yoluna ilettiğini görürler.
7. Kâfir olanlar (kendi aralarında) şöyle dediler: Çürüyüp paramparça olduğunuz vakit yeniden dirileceğinizi söyleyerek haber veren kişiyi gösterelim mi?
8. «Acaba o, yalan yere Allah'a iftira mı etmiştir? Yoksa onda delilik mi var?» (dediler). Hayır! Ahirete inanmayanlar azaptadırlar ve derin bir sapıklık içindedirler.
9. Onlar, gökte ve yerde önlerine ve arkalarına bakmıyorlar mı? Dilesek onları yere batırırız, ya da üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Şüphesiz bunda (Rabbine) yönelen her kul için bir ibret vardır. (TDV Meali)
Yukarıda diyanet vakfının mealinden Sebe suresinin ilk 9 Ayetini alıntı yaptık. Bu manalar Müteşabih olan Sebe suresinin ön anlamlarıdır. Şimdi  bu dokuz Ayete bir başka mana açısından bakacağız.
Allahu Teala yerleri ve gökleri İnsanın istifadesine vermiştir. İnsan yerlerde ve göklerde Allahın Halifesidir. Allah, İnsanı kendi Ruhuna bağlamıştır. Yeri gelmişken kısaca Ruhtan bahsedelim.
“ Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!”  Hicr- 29
Hicr suresinin 29. ayetinde geçen “Nefahtü” kelimesini üfledim anlamında veriyorlar. Oysa Allahu Tealanın varlığı sınırsızdır. İlk bakşıta üflemesi için bir ağızı yada buna benzer bir uzvu olması gerekir Allah bunlardan münezzehtir ona hiçbir şekil ve sınır çizilemez. “nefahtü fihi min ruhi” Ruhuma bağladım, ruhumun dahiline aldım demektir. İnsana, Allahın Halifesi özelliğini veren bu haldir. İnsandan başka hiçbir varlıkta Ruh yoktur. Diğer varlıkların yaşam kaynağı; Ruhun tecellisi olan bir hayat kaynağıdır. Örnek verecek olursak İnsan ruhu Güneş ışığı gibi direk alınır. Diğer canlı Mahlukat ise Güneşin Aydan yansıyan ışığı gibidir dolaylı gelir. İnsan Allaha ait sonsuz Hayat kaynağı olan Ruha bağlandığı için ona secde edilmiş, Halife ünvanını almış ve Kainat İnsanın emrine verilmiştir. İnsanın Kainatta seyahat edip ufuklardaki Ayetlerden ilim alması Allahu Tealanın İnsana bağışladığı bir lütuf ve verdiği bir emirdir. Peki İnsanın Alemlerdeki bu tekamülünün nasıl olacağını Ayetler nasıl beyan ediyor?.

Bismillâhirrahmânirrahîm


“Elhamdü lillahillezı lehu ma fis semavati ve ma fil erdı ve lehüm hamdü fil ahırah ve hüvel hakımül habır”
Sebe-1

“Hamd Allahındır yerlere göklere yaydığı ne varsa onundur onun Hamdi geleceklerde de vardır. O Hakim ve her şeyden haberi olandır.”
Sebe-1

“Ya'lemü ma yelicü fil erdı ve ma yahrucü minha ve ma yenzilü mines semai ve ma ya'rucü fıha ve hüver rahıymül ğafur”
Sebe-2

“yere ineni yerden semaya yükseleni semadan yere ineni yerden semaya yükseleni bilir  Allah onlar için Rahim ve bağışlayıcıdr.”
Sebe-2

Bazı mealciler gökten ineni yağmur ve kar, yerde yükseleni ise buhar kabul etmişlerdir. Aslında bu Ayetlerde İnsanın Evrendeki seyahatinden bahsediliyor. Evrendeki Ademlerin çocuklarının birbirlerine olan ziyaret ve gidiş gelişleri bu Ayette yerden semaya yükselen İnsanlar (Resulullah Efendimizin Miracı gibi) ve Semadan yere İnen İnsanlar olarak anlatılmıştır. Allahu Teala göklerde seyahat eden İnsanları Rahmeti ile korur. O rahmet evrendeki kozmik ışınların İnsanın Nur bedenine zarar vermesini engeller. Dünyalar arası seyahatler, yaşam olan gezegenlere Ademlerin indirilmeleri ile başlamıştır. Ademlerin ve Eşlerinin Cennetten beden alemine, oradan Dünyalarına gönderilmesi Nur bedenleri ile olmuştur daha sonra Ademler diğer gezegenlerdeki Beden kardeşlerinden kız alıp damat vermişlerdir.
 
“Ve kalellesıne keferu la te'tınes saah kul bela ve rabbı le te'tiyenneküm alimil ğayb la ya'zübü anhü miskalü zerratin fis semavati ve la fil erdı ve la asğaru min zalike ve la ekberu illa fı kitabim mübın”
Sebe-3

“inanmayanlara deki; saati geldiğinde Rabbiniz, yerlerde ve göklerde en küçük yapıyı ve en büyük yapıyı bilen alim (leri) gönderecektir (çünkü o ilimler) açık kitapta kayıtlıdır.
Sebe-3

Zamanımız bu ayetin mucizesini yaşıyor. Yakın zaman kadar İnsan atom ve daha alt yapılardan, nano bilimden habersizdi bugün bilimsel olarak ayette geçen bu küçük yapıların sıralarını öğrenmek için henüz minicik bir adım atmış bulunuyoruz. Asıl dev bilimsel adımlar çok yakında gelecektir. Ayetin bahsettiği uzayın en büyük yapılarını ise Dünyanın yörüngesine yerleştirilen uzay teleskobu ile yeni görmeye başladık ama ancak trilyonlarından bir parçasını. Ayette bahsedilen Alimler ise Neml suresinin 40. ayetinde geçen “Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse” olarak Ayet ile tarif edilmiştir. Bu Alimlerden çağımızda binlercesi yetişecek ve İnsanlara zerrelerin daha alt alemlerini ve göklerin derinliklerini bildirip gezdirecek hatta zamanlar arası seyahatları yaptıracaklardır. İnşaallah.

“Li yecziyellezıne amenu ve amilus salihüt ülaike lehüm mağfiratüv ve rizkun kerım”
Sebe-4

“Allah salih amellerle (ve ilimler) iştigal eden kullarına mükafatıdır. Onlara (cahillikten) mağfiret ve (ilimlerden) rızıklar ikram eder”
Sebe-4

İnsan ve insan-ı kamil seviyesine çıkabilenlere bu ilimler Allahu Tealanın bir ikramı olacaktır.

“Vellezıne seav fı ayatina müacizıne ülaike lehüm azabüm mir riczin elım”
Sebe-5

“ayetlerimizi geçersiz kılmaya çalışanlara ise acı bir azap vardır”
Sebe-5



“Ve yerallezıne ütül ılmellezı ünzile ileyke mir rabbike hüvel hakka ve yehdı ila sıratıl azızil hamıd”
Sebe-6

“Ve Rabbinden (kalplerine) ilim indirilenler ( yerlerin ve göklerin gizledikleri ilimlerle)  Rabbinin Ayetlerinin Hak olduğunu gösterip doğru yola ulaştırırlar. O Aziz ve hamd sahibidir.”
Sebe-6

“Ve kalellezıne keferu hel nedüllüküm ala racüliy yünebbiüküm iza müzzıktüm külle mümezzekın inneküm lefı halkın cedıd”
Sebe-7

“inanmayanlara deki; (göklerdeki ilim rızıklarınızı arayacağınız ve oralarda seyahat edeceğiniz) vakit, Allah mutlaka sizi (ışık) zerrelerine ayırıp yepyeni bir yaratılışla yaratır”
Sebe-7

Everende İnsan fiziki bedeni ile gezemez. Fizik bedenin Oksijene ve gıdaya ihtiyacı vardır. Ayrıca Fizik beden ışık hızına ulaşamaz yanar yok olur. İnsan  Evrende Nur bedene geçer, Nur beden ışık hızından daha hızlıdır ve havaya suya ihtiyacı yoktur. enerji ve Nur bedene geçiş hallerini “altı günde yaratılış ve insan” kitabımızda detaylı anlatmıştık. Sebe suresinin 7. ayeti Nur bedene geçişi işaret ediyor

“Eftera alellahi keziben em bihı cinneh belillezıne la yü'minune bil ahırati fil azabi ved dalalil beıyd”
Sebe-8

“(buna) inanmayanlar Allaha iftira edip uyduruyor derler. O kimseler inanmazlar bu delilik derler. Onlar için (ilimden) uzak bir delalet ve azap vardır”
Sebe-8

Yukarıdaki ayet inanmayanlara açık bir cevaptır. İnsan çağımızda bu halleri yaşayacaktır.

“E fe lem yerav ila ma beyne eydıhim ve ma halfehüm mines semai vel ard in neşe' nahsif bihimül erda ev nüskıt aleyhim kisefem mines sema' inne fı zalike le ayetel li külli abdim münıb”
Sebe-9

“ onlar yerlere ve göklere yaydığımız (göklerde seyahat eden) kılavuzları görmüyorlarmı?. Eğer dilersek onları yerin dibine geçiririz. Göklerden üzerlerine (ışın) zerreleri yollarız. Bunlar Rabine yönelen kullar için birer ayettir.”
Sebe-9

Ayette bahsi geçen  “halfehum” kılavuz demektir. O kılavuzlar görev başındalar Allahu Teala onları yere düşmekten ve kozmik ışınlardan koruyor Kainatta onlar için zararlı ışınlardan korunmuş yollar yaratmıştır bu yol haritalarını bilmeyenler oralarda gezemezler. Yörüngeler gezegenlere yollar uzayın Alimlerinedir.

“içinde yörüngeler ve yollar olan göğe yemin ederim”
Zariyat-7

Kainatın Ademoğullarının bir kısmı bu yollardan bize doğru gelmek için yola çıktılar. Onlarla tanışmamız çok yakındır. Önümüzdeki zor günlerde belkide biz Müslümanların elinden tutup ayağa kaldıracaklar. Onların inançsız olanlarının bir dönem Amerikalılara bir dönem Almanlara teknik sırlarını verdikleri gibi…

Cafer iskenderoğlu

Sırlar Zamanı

e-Posta
İnsan,
İnsanın yaratılıştaki üstünlüğünü anlatmıştık. İnsana ait hayatların sırlarını, Rüyaların hakikatını, İnsanların yaratılışlarındaki devreleri ve daha birçok sırrı zamanımızın yenilenen çağında İnsana rehber olması için açıklamanın zamanı geldi. Anlatacaklarım ilk etapta size garip gelebilir. Zamanımıza  kadar üstü örtülmeye çalışılan Kur’an Ayetlerinin derinliklerinde bu sırlar zaten vardır. İnsan Kainatta yaratılan en üstün varlıktır. Allahu Tealanın İnsana nasıl son derecede önem verdiğini Bakara suresinde, Araf suresinde geçen şu ayetler çok açık anlatıyor.

“Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, Âdem'e secde edin! diye emrettik. İblis'in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı.”
Araf suresi-11



Alem-i Ervahta Meleklerin secde ettiği İnsan bu zamanda yaratılış amacının çok gerisinde bir hayat yaşıyor. Yeteneklerinin ve emrine verilen kainatın farkında değil. Bu halimizle bize Melekler secde edermi?
Esfeli safilinde bir hayat sürmemizin sebebi Allahu Tealanın İnsanı kendisine halife olarak yaratmasını ve üzerindeki emirlerini anlamamış olmasındandır. Artık bu basit hayattan gerçek hayata doğru bilinçlenme zamanıdır.
Allahu Tealanın Meleklere, “İnsana secde edin” emrini vermesindeki hikmetler sayısızdır. Bu hikmetlerin içerisinde Allahu Tealanın İnsana yüklemiş olduğu çok üstün yetenekler ve yaşamlar vardır. Daha önceki yazılarımda bahsettiğim gibi Allahu Teala her an yaratma halindedir. Rahman suresinin 29. ayeti Allahu Tealanın bu halini açıkça beyan eder. Allahu Teala, zamansızlık meydanında ve an içerisinde sonsuz defa AMA halinden isimleri ile tecelli eder, Kainatlar yaratır, yarattığı Kainatlara İnsanlar, Melekler, Cinler ve daha bilmediğimiz bir çok varlıklar yaratır akabinde; Bakara suresinin 156. ayetinde geçen,“inna lillahi ve inna ileyhi raciun” yani (Allahtan geldik, Allaha döneceğiz) süreci gereği yaratılan tüm varlıların kıyameti kopar ve yaratılanlar tekrar Ama haline döner bu hal sonsuzdur. Allahu Tealanın bu sonsuz defa tekrarlanan ve Amadan Amaya tecellisi sürecinde, bir AMA döngüsü içerisinde, bir İnsanı 16 defa yaratılır (bu konunun detaylı anlatımını yakında çıkacak olan kitabımda bulacaksınız) her yaratılmasında o İnsan boyutlar içinde yedi ayrı bedende tek bir hayat yaşar. Bir yazımızda daha belirtmiştik Allah tek tir ve tek olmayı sever. Bu sebeple yarattığı her varlığı çift yani birden fazla yaratmıştır. İşte sizlere aşağıdaki Ayetlerde geçen İnsanlarda ve yaratılmışlardaki çift çift yaratılmanın sırlarını vereceğim İnşaalah.
İnsanın yedi ayrı bedende yaşaması Hicr suresinin 87. Ayetinde anlatılmıştır. Mealdeki ilk mana doğrudur. Ancak Ayetteki derin manalardan bir anlamı şöyledir.

“Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve yüce Kur'an'ı verdik.”
Hicr-87 (tdv meali)

“Ve le kad ateynake seb'am minel mesanı vel kur'anel azıym”
Hicr-87

Hicr suresinin 87. ayetind geçen “seb’am” kelimesi yedi dir.  “minel” kelimesi “mekan, bir şeye başlama” anlamındadır. Bu manalar göre şu anlam bu ayete derin manalarından birini daha verir.

“ yemin olsunki biz sana yedi mekanda tekrarlanan (bedeni) ve kur’an el Azimi verdik”
Hicr-87

Resulullah Efendimizin Nübüvveti Kainatı kapsar, Kainat ve içindekiler ise Ayetler topluluğudur. Haliyle Kainat Kur’andır. Kainat 46 boyutludur. Kanatın ve İnsanın Ayetler topluluğu olduğunu bize Fussilet suresinin 53. ayeti çok açık anlatıyor bu ayette geçen “afak” kelimesi uzakları, Kainatı ve derinliklerini ifade ediyor.

“. İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz…”
Fussilet-53

Resulullah Efendimiz buyuruyorki; “sadık rüyalar nübüvvetin kırkaltı cüzünden bir cüzdür.”
Peygamberler ve Evliyaların çoğu yedi bedeninin farkındadır.
Resulullah Efendimizin bir kısım vahyi rüyasında aldığı malumdur.
Resulullah Efendimiz yeryüzünde uykuda iken “gece” ile temsil edilen ve bir başka alem de bulunan yedi bedeninden birinin İlahi vahyi alarak birbiri ile irtibatlı olan uykudaki bedenine malum olmuştur bu hale Rüya hali denir. Yani Rüya; İnsanın uykuda ya da uyanık iken yedi bedeninden biri ile yaşadıklarını uyanınca hatırlamasıdır. Uyanık halde yaşanan rüyalara Yakaza denir. Bu halleri Ayetler ile anlatalım. Meallerin büyük bir bölümü hatalı açılmıştır ancak Yasin suresinin ilk manası gerçeğe yakın verilmiştir. Müteşabih olan bu ayetlerin bir başka anlamlarını vereceğiz.

“Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ı tesbih ve takdis ederim.” Yasin-36 (tdv meali)

“Sübhanellezı halekal ezvace külleha mimma tümbitül erdu ve min enfüsihim ve mimma la ya'lemun”
Yasin-36

“sübhan olan Allah onların yerdeki nefislerinden çiftler yarattı onlar bilmiyorlar”
Yasin-36

“Gece de onlar için bir ibret alâmetidir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler.”
Yasin-37 (tdv meali)

“Ve ayetül lehümül leyl neslehu minhün nehara fe iza hüm muzlimune”
Yasin-37

“ve onları gece (bedenlerinden) sıyırır çeker alırız bilinmeyen ayetlerimize”
Yasin-37
“Muzlimun” kelimesi “karanlıkta kalan” anlamı ile beraber “bilinmeyen” anlamındadır.

“Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner). İşte bu, azîz ve alîm olan Allah'ın takdiridir.”
Yasin- 38 (tdv meali)

“Veş şemsü tecrı li müstekarril leha zalike taktdiyrul aziyzil aliym”
Yasin-38

“(işte bu) Aziz ve Alim olan Allahın takdiridir güneş (doğana kadar) akar (sürer)”
Yasin-38

“ Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner.”
Yasin-39 (tdv meali)

“Vel kamera kaddernahü menazile hatta ade kel urcunil kadiym”
Yasin-39

“ayışığında uyumayıp uyanık kalan menzilerinize takdir ettik sonra eski halinize döner”
Yasin-39

“kamer” kelimesi Ay anlamına geldiği gibi “ay ışığında uyumayan, uyanık kalan” anlamındadır. Yasin suresinin bu müteşabih Ayetlerinde Ay ve Güneşin Evrendeki hareketleri ve gece ile gündüzün anlatıldığı gibi derin manalarından birinde de İnsanın gece uyku sırasında bedeninden sıyrılıp alındığı ve bilmediğimiz yaşamlarımızla buluşturulduğu anlatılıyor. Uykuda o bedenlerdeki hatırlarımız uyanınca bize rüya olarak dönüyor.
İnsanlar herhangi bir zamanda rüya halinde değilde normal bir gününde yedi bedeninin biri veya birkaçı ile karşılaşabilir. Bu haller Haktır. Bu konuda yaşanmış bir örnek vereyim.
1993 yılında bir Abimin başından geçen olay şöyle cereyan etti. Öğlen Namazı için acele Camiye gidiyordu ama geç kalmıştı Caminin abdest alma yerleri hemen ana kapının merdivenlerinin kenarında cami duvarları boyunca dizilmişti. Abim, “nasıl olsa vakte yetişemedim cemaat dağılsın da Namazımı Camide rahat rahat kılarım” diye düşündü ve abdest alıp beklemeye başladı Cami cemaatı Namaz sonunda dağılırken Abimde merdivelerden inenler arasıda “arkadaşlara rastlarsam çay ocağında buluşalım” demek için cemaate bakıyordu. Birden merdivenlerde kendisini inerken gördü çok şaşırdı “acaba rüyadamıyım” diye düşünüp koluna bir çimdik attı hayır rüyada değildi derken kendisinin diğer bedeni karşısına gelip durdu bir müddet birbirine baktılar sonra konuşmadan ayrıldılar.
Bu konuda Muhiddin Arabi hz. lerinden bir bölüm sunmadan geçmek ayıp olur. Fütuhat-ı mekkiyede şöyle yazmıştır.
(Allahın büyüklüğü o arz içinde ortaya çıkmıştır. Hakkın kudretini müşahade edene Allahın büyüklüğü orada göründüğü gibi aklın imkansız saydığı pek çok şey o arzda mevcuttur. Orası Allahı bilen ariflerin gözlerinin baktığı yerdir ve orada dolaşırlar. Allah o arzın alemleri içinden bizim suretlerimize göre bir alem yaratmıştır ki o alemi arife gösterdiği vakit, arif nefsini onda müşahade eder. Kendisinden gelen bir rivayette Abdullah b. Abbas una benzer bir şeye işaret etmiştir. Abdullah b. Abbas “bu Kabedir ve ondört evden bir evdir” ayrıca “ yedi kat yerin her birinde bizim benzerimiz olan yaratıklar vardır. Hatta onların arasında benim gibi ibni Abbas vardır” demiştir. Keşif ehline göre bu rivayet doğrudur.)
Hz. Alinin kendi Cenazesini yıkayıp namazını kıldığı ve defnettiği söyenir.
Hatta birçok Evliyaullahın kendi cenazesine katıldığı bilinir.

“ Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır…”
Talak suresi-12

Yedi kat gök, Kainata bakarsanız sonsuzluğa bakmış olursunuz yedi kat gök göremezsiniz. Yerden yedi kat aşağısı Dünyanın mağma tabakasına iner. O halde yedi kat gök ve yedi kat yer ne demektir?
Yedi kat gök ve yedi kat yerin anlamı yerde ve gökte yedi kat iç içe olan zamanlardır. Yani zaman katlarıdır. Zaman katları soğan kabukları gibi iç içedir aralarındaki berzah dan dolayı birbirinden ayrılırlar. Rahman suresinin 19. ve 20. ayetlerinde anlatılan derin manalarından biri de zaman katmanlarının birbirine karışmamasıdır.

“İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir.
Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar.”
Rahman -19-20

Yaşadığımız şu an içerisinde iç içe yedi zaman var aynı beldede yedi ayrı toplum yaşıyor. Yedi bedenimizin her biri yerde ve gökte bu zaman sarmallarının içinde yaşarlar her biride aynı Ruha bağlıdır ayrı ayrı Ruhları yoktur. Aynı Akıl alemine bağlıdırlar ve hatırları aynı Lehf-i Mahfuzda toplanır. Her birinin iç içe üçer bedenleri vardır Altı günde yaratılış kitabında bu bedenleri anlatmıştık. Ashab-ı Kehf bu yedi zaman sarmalından birine saklandılar. Evliyaullah da ara sıra bu zamanlar arasında gezer. Zamanın gerisi yada ilerisine gitmek ayrı bir eğitim gerektirir ama aynı zaman içindeki yedi ayrı zamana rüya, yakaza yoluyla gidildiği gibi normal halde de gidilebilir.
Bizim Dünya İnsanı ne zaman hırsı bırakırsa, kavgayı savaşı sonlandırırsa, aza kanaat edip paylaşımcı olursa, nefsini terbiye edip İnsan-ı Kamil olma yoluna girerse bu yetenekleri ve daha fazlası varlığında hazır olacaktır.

“Her şeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız.”
Zariat-49

“Sizi çifter çifter yarattık.”
Nebe-8

Cafer İskenderoğlu

Kıyamet Yola Çıktı

e-Posta
“Birisi, yükselme derecelerinin sahibi olan Allah katından inkârcılara gelecek olan ve hiç kimsenin savamayacağı azabı istedi!”
Mearic-1, 2, 3. (tdv meali)

“Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar”
Mearic -4 (tdv meali)



Bismillahirrahmanirrahim

Seele sailun bi'azabin vakı'ın.

Mearic-1
“(Allahın dilemesi ile) olacak olan kıyamet, aniden (kainatı yok etmek için) yola çıkarıldı”

Lilkafirne leyse lehu dafi'un.
Mearic-2
“kafirlerin onu savmaya gücü yetmez”

Minallahi ziylme'arici.
Mearic-3
“(kıyamet Kainata inerken) Allah katından kainata kademlerle (derecelerle) iner”

Ta'ruculmelaiketu verruhu ileyhi fiy yevmin kane mikdaruhu hamsiyne elfe senetin.
Mearic-4
“o kademeleri melekler ve ruh, bir devrede (dünya yılı ile ellibin senede) kateder.”

Allahu Teala, Mearic suresinin 1,2,3, ve 4. ayetlerinde bizlere; kıyametin aniden yola çıkarıldığını, Kıyamet  olayının zamana tabi olduğunu, bu zaman sürecinin Kainattaki İlahi günlerden bir gün olduğunu ancak bu bir günün dünya yılı ile elli bin sene süreceğini hatta bu zamanı Melekler ve Ruh’un  İlahi günlerden bir devrede kat ettiklerini bildiriyor. Allahu Teala Kuran-ı Kerimde, İlahi günleri bahsederken; iki İlahi günden haber vermiştir.
1. Bir gün dünya yılı ile bin yıl olan zaman devresi;
bin yıllık zaman dilimleri Hac suresi-47, Kadir suresi-3-4, Secde suresi-5. ayetlerinde geçer.

“Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O'nun nezdine çıkar.” Secde-5 (tdv meali)

“Yüdebbirul emra mines semai ilel erdı sümme ya'rucü ileyhi fı yevmin kane mıkdaruhu elfe senetim mimma teuddun”
Secde-5

“emirlerim, kainatla yer arasında bir devresi dünya yılı ile bin yılda haraket eder”

2. Bir gün dünya yılı ile elli bin yıl olarak sınıflandırmıştır.
Elli bin yıl ise Mearic suresinin 4. ayetinde haber verilir.
Kuran-ı Kerimde elli binlik zaman devresi aynı zamanda Kainatın kıyametinin ne zaman kopacağının bilgisini verir. Yani kıyametin saati bellidir. Zamanımızın meallerinde bu saatin üstü örtülmüştür. Hatta bu meallerde güya Allahu Teala, Resulullah Efendimize haşa aşağılayıcı tabirler kullanmıştır. Kur’an Ayetlerini böyle basit algılayan bir kısım kimseler ise Resulullah Efendimizi haşa sıradan bir İnsan gibi göstermişlerdir. Acaba onlar ve o düşünceye sahip olanlar Resulullah Efendimizin tırnağı seviyesine çıkabilirlermi?
Örnek;
“sana kıyameti soruyorlar ne zaman kopacak diye, sen nerde onu anlatmak nerde”
Naziat suresi 42-43 (Elmalılı meali)

Hemen hemen bütün meallerde bu mana mevcuttur. Oysa Allahu Teala Adem aleyhisselama bütün ilimleri öğretmiştir.

“Allah ademe bütün isimleri (esmanın ilimlerini) öğretti…”
Bakara-31

Adem as, tüm Peygamberler, melekler, kainat ve içindekiler Resulullah Efendimizin yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır. Şu kudsi Hadisi hatırlayın.
“ey habibim sen olmasaydın alemeri yaratmazdım”

Araf suresinin 172. ayetini açmıştık o ayette Allahu Teala Resulullah Efendimiz başta olmak üzere yarattığı tüm insanları kainatta olacak ve bitecek her şeye şahit tutmuştu. Bununla beraber Allahu Teala Habibini katına davet etmiş ve Resulullah Efendimize bu Miracında sayısız Ayeti hal olarak yaşatmış ve onun ilmini yinelemiştir ki bu hal çift çift yaradılış sırrının dahilindedir.
Ayrıca Resulullah Efendimiz buyuruyor ki;
(bir elinin iki parmağını bitiştirerek) “kıyametle aramızda bu kadar mesafe vardır”
Öyleyse Resulullah Efendimizin kıyametin vakti hakkında bilgisi vardı

“Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O'ndan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah'ın katındadır; ama insanların çoğu bilmezler.”
Araf-187 (tdv meali)

“Yes'eluneke anis saati eyyane mürsaha* kul innema ılmüha ınde rabbı* la yücellıha lil vaktiha illa hu* sekulet fis semavati vel ard* la te'tıküm illa bağteh* yes'eluneke keenneke hafiyyün anha* kul innema ılmüha ındellahi ve lakinne ekseran nasi la ya'lemun”
Araf-187

“sana kıyametin ne zaman gönderileceğini soruyorlar deki onun ilmi Rabbimdedir. O (kıyamet) katre (küçük) değildir ondan başkası onun büyüklüğünü bilemez o göklere ve yere ağır gelir o (göklere ve yere uğramadan) size gelmez. ansızın gelir. sana gizliden soruyorlar deki o (kıyamet) sadece Allahın ilmidir lakin insanların çoğu bunu bilmezler”
Araf-187

“Sana kıyameti sorarlar: Gelip çatması ne zamandır? (derler.)”
Naziat-42 tdv meali)


“Sen onu nereden bilip bildireceksin!”
Naziat-43 (tdv meali)


“Onun nihaî ilmi yalnız Rabbine aittir.”
Naziat-44 (tdv meali)


Yes'eluneke 'anissa'ati eyyane mursaha.
Naziat -42

“sana kıyametin gelme vaktini soruyorlar”

Fiyme ente min zikraha.
Naziat -43

“ onun zikri (ilmi) sana (varlığına) yayılmıştır”

İla rabbike muntehaha.
Naziat -44

“( bu ilim sana) Rabbinin sonsuz (ilminden verilmiştir.)

Allah katında zaman yoktur zamanlar kainat ve içindekiler için yaratılmıştır. Allahu Teala, yaratılışı ve kıyameti zamana bağlamıştır. Allah’ın Dehr (zaman) sıfatı yaratılan zamanla aynı değildir. Yaratılan zaman türleri Dehr sıfatının emrindeki sanal zamanlardır. Aslında yaratılış ve kıyametler olup bitmiştir şu an yaşadığımız devre için bunu söylüyorum. Ancak kainat ve biz zamana bağlı olduğumuz için olup biten yaratılış ve kıyameti algılamamız bu şekildedir. Kabirdeki bir ölünün zamanı daha yavaş geçer ölü bir kimse zamanı çok yavaş algılar yani Allah katındaki devrelerden birgün elli bin yılımıza tekamül ettiği gibi kabir alemindekilerin zamanı bunun tersidir yani dünya hayatındakilerin bir günü kabirdekilerin binlerce yılına yakındır.  Velhasıl kıyamet Allah katından yola çıkmıştır. Bu hal bizim zamanımıza göre vuku bulacaktır. Ancak sanıldığı gibi kainatın kıyameti önümüzdeki yüz yada ikiyüz yıl içerisinde olmayacaktır. Kainatın daha uzun bir yaşam süreci vardır.
Dünyamızın kıyametinin kopması üzerinde yaşamın tükenmesidir. Bu süreci Resulullah Efendimiz şöyle bildirmiştir.
“Ahir zamanda zaman ınkıtaya (kesintiye)uğrar. Bir yıl bir ay gibi, bir ay bir hafta gibi, bir hafta bir gün gibi, birgün bir saat gibi, bir saat ise hurma yaprağını yanıp bitmesi gibi biter.”
Resulullah Efendimiz bir başka hadsi şerifinde şöyle buyurmuştur.
“Ümmetimin ömrü bin beşyüz yılı geçmez”
Şimdi bu hadislerin manalarını açarsak şöyle bir sonuç çıkar.
Şuan 1433 hicri yılındayız yani Resulullah Efendimizin bildirdiği zaman göre ümmetin 1500 – 1433 = 67 yıl ömrü kalmıştır. Yukarıdaki zamanın ahir zamanda kesintiye uğradığını bildiren hadisi şerife göre incelersek ümmetin gerçek zamanı ortaya çıkacaktır. Ahir zamanda bir yıl bir ay gibi ise 67 x 12 = 804 yıl ümmetin ömrü kalmıştır. Bu hesaba göre dünyada İslamın daha 804 yıl azalarak yaşanacağı gerçeği anlaşılıyor daha sonra yeryüzünde Allaha inanan kalmayacak bu süre esnasında dünyanın ekolojik dengesi tamamen sarsılacak dünya çölleşecek hayvanların nesli bitecek, atmosfer dahada incelecek ve dünyada İnsan türüde yok olacaktır. Böylece dünya üzerindekilerin lokal kıyameti yaşanmış olacaktır.

Kainatın kıyametine gelince, Mearic suresinin ilk dört ayetinde anlaşıldığı gibi Allah katındaki elli bin yıllık yolculuğa çıkan fakat Hak katında bir gün olan süreç başlamıştır. Işık saniyede yaklaşık 300 000 km yol alır. Yola çıkan kıyamet süreci ise meleklerin ve Ruhun hızındadır. Melekler nur yapıdadır. Nur ise ışığın çok ötesindedir nur ile ışık aynı anlamda ve yapıda değildir. Işık nurun milyonlarca defa ışığı azaltılmış halidir.
Yıldızlar arasındaki uzaklıklar Güneş sistemindeki gezegenler arası uzaklıklardan çok büyüktür; bunun için ışık yılı denen bir uzaklık ölçüsü kullanılır. Işığın saniyedeki hızı 300.000 km/s dir. Buna göre ışığın 1 yılda aldığı yol;
365,242 x 24 x 3600 x 300.000= 9,467.10¹² km’dir. Yani 9467 milyar km’dir.

Bu hesaba göre kıyametin nasıl bir hızla yaklaştığını düşünün. Kıyametin çıkış noktası Sidretül müntehadır. Yani yaratılışın başladığı mahal bu anlamda yaratılış ve kıyamet aynı anda başlamıştır içinde bulunduğumuz bilinçsiz zaman bize bu mesafenin çok uzak olduğu zannını veriyor. Yineden zamanın pençesindeki kainatın kıyametine bizim zamanımızla daha binlerce yıl var. Çünkü Mearic dereceler kademeler anlamındadır. bu anlama göre kıyamet kainata elli bin yılın kademeleri aralarında inmektedir. En iyisini Allah bilir.

Cafer İskenderoğlu

Tebbet Suresinin Sırrı


Bismillahirrahmanirrahim

1, 2, 3, 4, 5. Ebu Leheb'in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O, alevli bir ateşte yanacak. Odun taşıyıcı olarak ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde karısı da (ateşe girecek).
(tdv meali)

Tebbet suresinin meali hatalı verilmiştir.
Allahu Teala asla beddua etmez. Faraza beddua etse o an da bedduası tutar. Allahu Tealanın yarattığı bir kuluna beddua ettiğini düşünmek, haşa Allah’a acziyet isnad etmektir.



“İnnema emruhu iza erade şey'en ey yekule lehu kün fe yekun”
Yasin-82

“biz bir şeyi yaratmayı irade buyurduğumuz da ona ol deriz anında oluverir”
Yasin-82

Tebbet suresinin birinci ayetine mana verenler, yasin suresinin 82. ayetini dikkate almamışlar.
Yasin suresinin 82. ayetinde Allahu tealanın buyurduğu gibi bir isteğinin yaratılmasın ve gerçekleşmesine Allahın “OL” demesi yeterlidir. Buna göre, eğer Allahu Teala,  Ebu Lehebe  “elleri kurusun” deseydi Ebu Lehebin anında elleri kurur ve tahta gibi olurdu. O halde Tebbet suresinin anlamını asıl manası ile açmak gerekir. Kuran Ayetlerine Meallerini çok dikkatli ve araştırarak vermek lazımdır. Ayetlerin gerçek manalarını verirken bir bilim Komisyonu kurulması ve bu Komisyona Astronomi, Matematik, Kimya , Tıp, Fizik ve Nano Teknoloji Uzmanlarınında katılarak Ayetlerin manaları hakkında görüş bildirmeleri elzemdir. Böylece Ayetlerin asıl manasına yakın anlamları içeren bir Kur’an Meali ortaya çıkacaktır. Aksi takdirde elimizde bulunan Meallerin anlamlarındaki hatalar sebebi ile hatalı mana verilmiş ayetler, Ateistlerin,  alay konusu olmaktadır. Kur’an Ayetlerinin alay konusu olmasına bilerek ya da bilmeyerek sebebiyet vermek Allah katında ağır bir yükümlülüktür.

Tebbet suresinin birinci Ayetinde geçen “TEBB” kelimesi zarar, ziyan ve kaybetmek anlamına gelir. Aynı Ayette geçen “YED” kelimesi; el anlamına geldiği gibi ayrıca; kuvvet, kudret, yardım, vasıta ve mülk anlamlarınada gelir. Tebbet suresinin birinci Ayetinde geçen “YED” kelimesinin Ayetteki anlamı ise Allahu Tealanın, Resulullah Efendimizle ve gönderdiği Kur’anla  bildirdiği imanı, ebedi hayattaki üstün İnsan olma vasfını ve Allahu Tealanın sayısız ikramları manasındadır.


TEBBET SURESİ

Bismillahirrahmanirrahim.

“Tebbet yeda ebiy lehebiv ve tebb”

Tebbet-1

“kaybetti ebu leheb azametimden (kudretimden gelen) (dünya ve ebedi hayatındaki ikramları) kaybetti (ulaşamadı)”
Tebbet-1

Allahu Teala bu ayette; ebu lehebin Resulullah Efendimize ve Kur’ana inanmaması ve Resulullah Efendimize eziyetler etmeleri  sebebi ile dünya hayatında ve ebedi hayatında Allahu Tealanın kulları için yarattığı birçok güzel vasfı ve ikramları kaybettiğini bildiriyor.

“Ma ağna 'anhü malühu ve ma keseb”

Tebbet-2

“mallarını (kaybetti) yakınlığımı (kaybetti)”
Tebbet-2

Allahu Tealanın her kuluna yakınlığı yani merhameti ve sevgisi vardır. Allahu Teala bu Ayette, Peygamber gelmeden evvel ebu lehebi ve diğer insanları mesul tutmadığını ve onlara bir yakınlığı olduğunu ancak Peygamber ve Kitap  göndermesi neticesinde ebu lehebin onları reddetmesi sebebi ile Allahu Tealanın ona yakınlığını kaybettiğini bildiriyor.

“Seyasla naran zate leheb”

Tebbet-3

“ lehep ateşe girecek”
Tebbet-3
“ Vemraetüh* hammaletel hatab”
Tebbet-4

“ ağır yük altına girecek”
Tebbet-4

“Fi cidiha hablüm mim mesed”

Tebbet-5

“boynundan tutulacak boyu ip gibi uzatılacak”
Tebbet-5

Tebbet suresinin 3, 4, ve 5. ayetlerini iyi anlamak için Araf suresinin 40. Ayetini iyi anlamak gerekir.

“Bizim âyetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete giremiyeceklerdir! Suçluları işte böyle cezalandırırız!”
Araf-40

Kainatın kıyameti esnasında Mümin olanlar kıyametin azabını yaşamayacaklardır. Araf suresinin 40. Ayetindede bildirildiği gibi Müminler gökkapılarından geçip emin bir Mahalde Kainatın kıyametini seyredeceklerdir.
Allaha, peygamberlerine ve Ayetlerine inanmayanlar ise kainatı yutacak olan “SUR” un yani Karadeliğin Evreni ve içindekileri yutması sonucu, inkar edenler de gök kapılarından geçmekten mahrum olup Karadelikten geçerken cehennem azabı yaşayacaklardır. Karadelik bir varlığı emdiği zaman öyle bir şiddetle çekerki o varlık ip gibi uzar. Uzayan varlık öyle incelirki vücudunu meydana getiren atomların elemanları dahi tesbih gibi sıralanarak sicim gibi o Karadelikten geçer. Bu geçiş Dünya zamanı ile belki milyonlarca yılı bulur. Karadeliğin iç kısmı süratle döndüğü için milyonlarca derece sıcaklığa ulaşır, işte ebu leheb ve ona benzeyenlerin azabı budur. Tebbet Suresinin 3, 4, 5, Ayetlerinde anlatılan azap budur. Ebu lehebin boynundan tutulup uzatılması ve ateşe atılması bununla beraber ağır bir yükün yani azabın altına girmesi  bu halleri yaşamasıdır. Yaşayacak da… 
Cafer İskenderoğlu

Hz. Hüseyin. Huzuru Peygamberin Sancağı

e-Posta
Hz. Hüseyin (ra)

Kainatın mana alemine sancak olan, Alemlerin şehidi,
Huzuru Peygamberin sancağı..

Her Peygamberin bir diyeti vardır.
Hz. Adem’in diyeti, Cennetten yeryüzüne gönderilmekti.
Hz. Nuh’un diyeti, tufanda oğlunu manen ve zahiren kaybetmekti,
Hz. Nuh tufan esnasında Allahu Tealaya yalvararak şöyle dedi;
“Nuh Rabbine dua edip dedi ki: «Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vâdin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin.”
Hud-45  (tdv meali)



“Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.”
Hud -46  (tdv meali)
Hz. Eyüp, yıllarca hastalık çekti.
Hz. Zekeriya testereyle iki parçaya ayrıldı.
Hz. Zekeriya kendisini öldürmeye gelen Yahudilerden kaçarken büyük bir ağaca rastladı, ağaca hitaben “ey ağaç gövdeni aç beni sakla” dedi. Ağaç hz. Zekeriyayı gövdesine aldı, peşinden gelen Yahudilerin arasındaki şeytan ağaçta onu gördü ve “şu ağaca gizlenmiş ağacı kesin” dedi. Yahudiler büyük bir testere ile ağacı kesmeye başladılar. Testerenin ağzı hz. Zekeriya nın vücudunu kesmeye başlayınca; hz. Zekeriya bir defa can acısıyla “ah” dedi. O an Allahu Teala, hz. Zekeriyaya hitaben; “ey zekeriya bir defa daha ah dersen seni peygamberler defterinden silerim dedi.
Hz. Yahya nın başı kesildi. Yahudiler, hz. Yahyayı tapınakta koyun boğazlar gibi kestiler.
Dünyada diyeti olmayan bazı Peygamberlerin diyeti mana aleminde başka bir sırdır.
Alem-i Ervahta, Peygamber Efendimize diyet takdir edilirken, bu diyet ehli beytinden seçildi. O sahne şöyle cereyan etti. Hz. Fatıma Annemiz; “ya Resululah diyetin ben olayım, hz. Ali; “ben olayım”, hz. Hasan “o diyet ben olayım, hz. Hüseyin; o diyet benim dediler.
Ve hz. Hüseyin, Resulullah Efendimizin diyeti olarak seçildi.
Bu hadise hz. Hüseyinin şehadetinin mana alemindeki sebebidir.
Dünya aleminde Allahu Teala olayları sebeplerle yaratır. Hz. Hüseyinin şehadeti de bir sebepler zincirine göre zuhur etmiştir.
Allahın izniyle, hz. Hüseyinin şehid olacağından, Resulullah Efendimzin, ehli beytinin ve hz. Hüseyinin kendisinin haberi vardı ve o şehadete bilerek onurla gitti. Haberdar oldukları şöyle anlatılır.

Resulullah Efendimiz ümmü Seleme  Annemizin evinde iken Cebrail (as) geldi. Resulullah Efendimiz Ümmü Seleme annemize: “Ya Ümmü Seleme Kapıda dur içeriye kimse girmesin,” dedi. O sırada hz. Hüseyin geldi ve Resulullah Efendimize sarıldı. Resulullah Efendimiz onu kucağına aldı, öptü ve sevdi. Cebrail (as): “Onu çok mu seviyorsun?” dedi. Efendimiz de: “Evet!” dedi. Bunun üzerine Cebrail (as): “ümmetin onu öldürecektir!” dedi. Resulullah Efendimiz, “Demek onu öldürecek olanlar ümmetim” dedi. Cebrail (as) “ istersen onun öldürüleceği yeri sana göstereyim,” dedi ve gösterdi. Oradan bir avuç toprak alıp getirdi. Resulullah Efendimiz  o toprağı aldı ve kokladı ve “Bu toprak gam ve bela kokuyor,” buyurdu. Daha sonra toprağı Ümmü Seleme Annemize emanet olarak verdi ve “Ey Ümmü Seleme! Bu, torunum Hüseyin’in öldürüleceği yerin toprağıdır. Bu toprak ne zaman kan haline gelirse o vakit bil ki Hüseyin öldürülmüstür,” buyurdu.
Resulullah Efendimiz  bu toprağın Kerbela toprağı olduğunu söylemisti. bu yere “tasa ve bela” yeri demiştir. Hz. Ali (ra) “Siffın”e giderken bu yöreden geçmisti. Fırat kenarında bir köy olan Ninova’ya gelince durdu ve buranın adını sordu. Kerbela cevabını alınca Hz. Ali (ra) gözyaşlarını tutamadı. Şöyle dedi.
“Bir defasında Resulullah’n huzuruna gitmistim. Ağlıyordu.
“Ya Rasulallah Seni ağlatan nedir?” diye sorduğumda bana: “Az önce Cebrail aleyhisselam yanımdaydı. Bana oğlum Hüseyin’in Fırat kenarında Kerbela denen yerde öldürüleceğini haber verdi ve o topraktan bir avuç alıp bana koklattı. Gözyaşlarım akıyorsa bu benim elimde değil kendimi tutamadım,” buyurdu. Hz. Hüseyin efendimizin şehid edildiği gün Ümmü Seleme Annemize verilen kızıl toprak kan haline gelmişti. Annemiz onu kan şeklinde görünce: “Eyvah Hüseyin’im Eyvah Rasulullah’ın reyhani” diyerek ağlamaya başladı ve etrafa haber verdi. Bu acı haberi duyan Medine halkı feryatlara boğuldu. Kerbela olayının nasıl gerçekleştiğini bir alıntı ile kısaca verelim.
(Emevi Devletinin kurucusu Muaviyenin oğlu I. Yezidin halifeliğini ilan etmesi üzerine,Küfe şehri halkı buna karşı gelmiş ve Hz. Alinin oğlu Hüseyini halife yapmak üzere Kufeye çağırmışlardı.

Yezidin halifeliğine karşı çıkan hz. Hüseyin, akraba ve adamlarıyla birlikte Kufeye gitmek için Medineden hareket etti. Yezid,Kufe ve Basra valisi Ubeydullahı, hz.Hüseyinle onu izleyenleri cezalandırmakla görevlendirdi. Ubeydullah da, Iraka doğru ilerleyen hz. Hüseyinle beraberindekilerin üzerine Rey valisi atadığı Ömer bin Sadı gönderdi.

Güçlerin denk olmadığını kestiren hz. Hüseyin, beraberindekilere Medineye dönmeyi önerdi. Fakat onu izleyenler kararlıydılar. Dönmektense ölmeyi seçtiklerini, bildirdiler. Gene de ayrılanlar oldu ve hz. Hüseyin yanında kalanlarla yola devam etti. Fırat kıyısında, Ninova yöresindeki Kerbelaya ulaştılar.

Hz. Hüseyin ve beraberindekiler, burada Ömer bin Sadin 4000 kişilik ordusuyla karşılaştılar. Hz. Alinin oğlu Hüseyin, Ömer bin Sada Küfelilerin çağırışı üzerine geldiğini açıkladı. Ancak Küfeliler istemezse geri dönecekti. Ömer, hz. Hüseyinin açıklamasını Ubeydullaha bildirdi. Ondan akıl danıştı.

Yezidin yakın adamı Ubeydullah kararlıydı. Ömere, hz. Hüseyin ve beraberindekilerin susuz kalmaları için ne yapmak gerekiyorsa yapılmasını buyurdu. Böylelikle, hz. Hüseyinin kayıtsız şartsız teslim olmasını sağlamak amacındaydı. Ubeydullahın buyruğu,Ömer bin Sada 9 Muharrem günü ulaşmıştı.

Ertesi gün, 10 Muharrem 780 tarihinde, hz. Hüseyin konakladıkları çadırların arasına çukurlar kazdırdı. Beraberindekileri savaş düzenine soktu. Kadınlar ve çocuklarla helalleşti. Sonra atına binip Ömer bin Sadin saflarına doğru ilerledi. İyi niyetli,içtenlikle dolu konuşması hiçbir etki yapmadı. Ömer bin Sad,Ubeydullahtan korkuyordu. Böylece, teke tek çarpışma başladı.Teke tek çarpışmada Ömerin adamları çok kayıp verdiler. Durumu gören Ömer Bin Sad toplu saldırı emrini verdi. Sayıca azlık olan hz. Hüseyin tarafı yiğitçe dayandıysa da, çok geçmeden birkaç kişi kaldı. En sonunda 33 mızrak ve 34 kılıç yarası alan hz. Hüseyin de şehit düşmüştü.)



Sonra kendini Müslüman sanan bir cani, hz. Hüseyinin mubarek başını kesmek için bıçağını boğazına dayayınca; orada bulunan bir kişi şöyle dedi; “ sakın boğazından kesme bir defa Resulullahın onu boğazından öperken görmüştüm” Peygambere hürmete bakarmısınız? Hem torununu öldürüyor hemde Peygamberin hatırasına boğzadan kesmiyor sonra ensesinden Mubarek Başı kesiliyor.
İşte günümüze kadar gelen ve halen devam eden İslam anlayışımız bu. İslam adına İslamı katletmek. Hz. Hüseyin İslam adına islamı katledenleri durdurmak ve Mubarek dedesinin getirdiği Temiz dini korumak amacı ile Huzuru Peygambere sancak olma haline doğru yürüdü. Giderken de yanında beraber savaşan 70 e yakın yiğit ile kendi ailesinden onlarca Şehit götürdü. Bu Mubarek Şehitlerinden biride hz. Hüseyinin cenkten yorulup dinlenirken kucağına alıp sevdiği henüz altı aylık yavrusu idi. O minik Şehit Babasının kucağında boğazına saplanan bir ok ile şehit oldu.
Hz. Hüseyinin ve yarenlerinin şehitliğine şahit olan bir ağacın hala kan ağladığı söylenir
 
Peygamberlerin diyetleri, onların Mana alemindeki nişanlarıdır.
Peygamberlerinde peygamberi olan Resulullah efendimizin diyeti diğer Peygamberlere göre daha ağırdır. Sebebi ise kainatta gerçek manada Allahın Halifesi olan Peygamber efendimizin, Alemlere hüküm için huzuru Peygamber müessesi kurulmuştu. Huzuru Peygambere, hz. Hüseyinin hakikatı huzuru Peygamberin sancağı olacaktı. Hz. Hüseyinin maneviyatı şu anda huzuru Peygamberin Mubarek sancağıdır. Alemlere feyz vermektedir.
 
Allahtan dileğimiz, mana aleminde feyiz dalgaları yayan, kainatın sancağı hz. Hüseynin yüzü hürmetine İslam aleminin ayrılıkları bırakarak islamın özünde birleşmesidir.

Zamanın İslam adına en büyük eksikliği, hz. Fatıma Annemizin, hz. Ali nin, hz. Hasanın, hz. Hüseyinin ve Ehli beytin dualarımızda, fatihalarımızda anılmamasıdır. En büyük yanlışımız Ehlibeyt konusunu anlatan kişileri Alevi yada Şia görmemizdir. Zaten Alevi, Şia, Sünni, vs ayrımı yapmak, Resulullah Efendimizin getirdiği İslam anlayışına, Din kardeşliğine ters düşüyor. Her ayrı İslam cemaati Kurana ve Resulullaha inanıyor.

“deki; sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum; istediğim, ancak yakınlarıma (Ehl-i Beytime) sevgidir.”
Şuara-23

Cafer İskenderoğlu

İslam Bilim Dinidir

e-Posta
İslam Bilim Dinidir.
İslam ve islamın kutsal kitabı Kur’an’ın amacı; Allahu Teala’nın İnsanın evrende yükselmesini emrettiği zirveye yükseltmek için gönderilmiştir.
Daha önce sizlere Kur’an Ayetleri ile anlattığımız gibi Kainatın Yaratılışının ana unsuru İnsandır.
Allahu Teala, İnsanı, yaratmış olduğu gaye üzerinde manen ve ilmen yükseldiğini görmek ister.
Allahu Teala, Enam suresi-59 da bizlere bilimi nerelere gizlediğini bulmamız için yol göstermiştir.

“Ve ındehu mefatihul ğaybi la ya'lemüha illa hu* ve ya'lemü ma fil berri vel bahr* ve ma teskutu miv verakatin illa ya'lemüha ve la habbetin fı zulümatil erdı ve la ratbiv ve la yavisin illa fı kitabim mübın”
Enam–59




“Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.”
Enam–59 (tdv meali)

Gaybın çeşitleri çoktur.
Allah’ın zatına has gayb;
bu gayb ilmini zatından başkası bilemez,
Allah’ın ilmi isteyen kulları için bildirdiği gayb;
bu gayb dairesinin sınırları hücrenin altı kat altından başlayıp, Sidretül müntehanın sınırına kadar olan sınırı ihtiva eder.
Bu sınırlar dahilindeki, Gayb dairesinin bilinmesine Allahu Teala izin vermiştir. Çünkü yarattığı İnsan halifesidir. Allahu Teala, Gaybın İnsana has tüm ilimlerinin, araştırılması ve bilinmesi iznini Tekvir suresinin  24. ayetinde açıkça verilmiştir.

“O, gaybın bilgilerini (sizden) esirgemez.”
Tekvir-24

Aynı izin, bazı sırları da işaret ederek enam suresi 59. ayetinde de verilmiştir.

“Gaybın anahtarları Allah katındadır. Onları yalnız o bilir. (kainattaki) kara ve denizdekileri o bilir. (O anahtarlar) kıl (incecik) gibi evraklara gizlenmiştir. O en küçük zerrelerin içindekileri ve karanlıkların gizlediklerini bilir. Nemli ve kuru ne varsa ( yaratılmış her varlık) kitabı mübindedir.”
Enam-59



Daha düne kadar atom ve altyapıları İnsana Gayb ve karanlıktı, Evrenin derinliklerinde gördüğümüz galaksi görüntüleri Gayb değimliydi? Çok yakında iki Sidretül müntehanın da sınırları keşfedilecek bu sınırların birisi maddelerin en alt yapısında diğeri de Evrenin içinde yaratılmış olan varlıkların ötesindedir. İşte bu iki sınır aynıdır. Bu sınırda Allahu Teala, Mikro ile Makroyu buluşturur. İkisini cem eder. Şu an akıl almayabilir ama büyük ve küçük o sınırda iflas eder ve tüm ilmini açığa çıkarır.
Allahu Teala, Enam suresinin 59. ayetinde bizlere; hücreleri hücrelerin daha da alt yapılarını, DNA’ların kıl gibi ince yapılarını ve bizlere karanlık yani bilinmeyen bir dünyada olan atom altı yapıyı, nano tekniği, kainatı, kainatın içindeki kıl inceliğindeki solucan deliği adı verilen tünelleri bu tünellerin açıldığı kapıların ardındakileri, sidrenin sınırını,
Nemli; yani canlı varlıkları, kuru; yani cansız varlıkları, (bu ilim kapılarının misallerini daha da çoğaltabiliriz) araştırmamızı bilmemizi emrediyor. Sebebi ise sen Allahın halifesisin Alim olman gerek, cahil değil.
Ne yazıkki; Kur’anı Kerimin muhtevasında daha gün ışığına çıkmamış bilim dalları var iken, Evrendeki karadelikleri, solucan deliklerini, genleri, nano tekniği ve daha birçok bilimi İslam gençlerinin ve bilim adamlarının araştırıp bulması gerekirken, batılı buluyor ve bizim dinimizle dalga geçiyorlar. İslam alemi, daha ne zamana kadar Silahını, Teknolojisini, Tıp ilmini, Astronomi ilmini batılıdan alacaktır? Daha düne kadar bu saydığımız İlimlerin Babası İslam Alimleri değimliydi?
Zamanımızda Din bilgisi bilimsellikten çıkarılmış, yerini birçok uydurma hurafe ve İslam’da olmayan bilgilerle doldurulmuş, İslam’ın İnsanlara sunduğu ilim kısıtlanıp kaybolmuştur.
İlim yerine, bölünme, Mezhep kavgalarına, cemaat ayrımcılığına sürüklendik.
Ortaçağın Hıristiyan Din adamlarının bilimin önüne Din adına engel koymalarıyla başlayan engizisyon, bu gün İslam adına kendilerini İslam Alimleri sanan kişiler tarafından, İslam adına sessizce uygulamaya konulmuştur.
“Peygamber de sizin gibi bir İnsandır derece olarak sizden bir farkı yoktur” diyen ve Alim geçinen cahil, İslam alemine ne verebilir?.
Tamamen kapalı bir devre haline getirilen İslam, aslına uygun olmaktan çıkarılmış, Kur’an ın bilimsel derinliklerinden ilim tahsili yapmak nerdeyse yasaklanmış, Kur’anın derinliklerinden haber verenlere de günahkar, dinden çıkmış gözü ile bakılmaya başlanmıştır.
Bir zamanlar İslam ilminin pınarları olan Tasavvuf ocaklarının çoğu asıl gayesinden uzaklaştırılmış, bir kısmı din turizmi haline getirilmiştir.Diğer Tasavvuf ocaklarının bir çoğunda ise talebelere, İslami ilim tahsili yasaklanmış kayıtsız şartsız o ekolun başındaki kişiye itaat ve teslimiyet şartı getirilmiştir. “Hocaya veya şeyhe soru sormak edep dışıdır” sözü uydurularak o Şeyhin ya da Hocanın cehaleti gizlenmiştir. Hatta cemaatler kendi aralarında bile birbirlerine kitaplarını, sohbetlerini yasaklamıştır.
Oysa Resulullah Efendimizin Talebeleri olan Sahabeler, Peygamber Efendimizden değişik bir bilgi öğrendikleri zaman şöyle sorarlardı:

“ Ya Resulullah bu söylediğiniz Allah tarafından inen bir ayet mi yoksa kendi sözünüz mü?”

İşte İslam da Peygamber Efendimiz zamanında başlayan sorarak öğrenme özgürlüğü daha sonradan kaldırılmıştır.
Cemaatlerin çok az bir kısmı asıl gayesi üzerinde çaba vermektedir.
İslam da ki bu ve buna benzer yasaklamalar, Emeviler devrinde başlamış, Hür İslam toplumunu kendi emirlerine almak ve bu toplumun yönetimini Padişahlığa dönüştürmek için, zamanın yönetimindeki kişilerin emrinde olup da fetva veren ve Peygamber Efendimizin (sav) dilinden birçok hadis uyduran (Yahudi kökenli) Alim müsveddeleri türetilmiş, gerçek İslam Alimleri de Emeviler ve sonradan gelen benzer yönetimlerin çeşitli baskıları ile susturulmuş veya katledilmiştir.
Böylece zaman içerisinde İslam dini, İlim dini olmaktan çıkmış, görünüşe kılık kıyafete, önem veren müntesiplerini her fırsatta Cehennemle tehdit eden, düşünmeyi yasaklayan, Kainatta yaratılmış olan en üstün varlığı yani İnsanı kendi kalıbında kalmasını sağlayan ve diğer varlıklar karşısında küçülten, aslından uzaklaştıran bir Din haline getirilmiştir.
Alimlerin ilmi ise, derinliğine  göre değil, kıyafetlerine ve sakallarının uzunluğuna göre değerlendirilmiştir.
İslam dini Kainattaki ve Dünyadaki tüm İnsanlara hitap eden bir kutsal kitabın, Kuran-ı Kerimin emirlerine tabi iken, İslam alemi kendi içine dönük ve İslam olamayan, İnsanlardan ayrı yaşamaya zorlanır hale gelmiş, yabancı bir dindeki İnsanla yakınlaşmanın altında şüpheli şeyler aranmaya başlanmıştır. Oysa Peygamber Efendimiz, Hiçbir başka din mensubunu ya da inançsızı ayırmadan her İnsana İslam’ı tebliğ etmiştir.
İslam dini altında her İnsan eşittir. Peygamber efendimiz veda hutbesinde bunu açıkça beyan edip şöyle buyurmuştur.
“Ey insanlar! Rabbiniz birdir, babanız bir­dir. İslâm'da insanlar eşittir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem de toprak­tan yaratıldı. Allah katında en değerliniz, en çok Allah'a sığınanız, emirlerine yapışa­nınız, günahlardan arınanınız, azabından korunanızdır. Bir Arab'ın, Arap olmaya­na, bir başkasının Arab'a, bir siyahın bir kızıl deriliye, bir kızıl derilinin bir siyaha, takvanın dışında bir üstünlük sebebi yok­tur.”
Peygamber Efendimizin bu sözleri İslam’ın, İnsanları eşit gördüğünün delilidir.
Ancak, biz İslam aleminin mensupları, Kuran-ı Kerime tam uymadığımız gibi, Peygamber Efendimizin sözlerine de itaatimiz tartışılır. Bugün İslam’ın ana unsurunun Kılık kıyafet olduğunu dayatanlar eşit olan İnsanlar arasında neden ayrım yapmıştır?
İşte size çarpıcı bir örnek;

“Tesettür; kadın hür ise bütün bedeni avrettir. Eller ve yüz hariç hiçbir yerine bakılamaz haramdır.
Kadın cariye ise; bazı alimler onun avret yeri göbekle diz arasıdır demiştir. Bazıları da, cariyenin avreti, yaptığı iş sırasında açılmasına ihtiyaç olmayan kısımlardır. Demiştir buna göre cariyenin başı, kolları, bacakları, boynu, göğsü avret sayılmaz. demişlerdir.” (Kaynak; Kütübü sitte, cilt-3 sayfa12)

Şimdi; Cariye veya başka bir İnsan Allahın yarattığı şerefli ve üstün bir varlık değimli? Cariye, Müslüman olsun ya da olmasın bir İslam toplumu içerisinde yaşıyorsa bu ayrımcılık neden? Cariyenin avret yeri Müslümanın nefsini azdırmazmı?
İşte İslam aleminin son zamanlardaki İslam ilmi adına tartıştığı konular buna benzer konulardır.
Oysa Allahu Teala yarattığı insanlara arasında, yaratılışları ve rızıkları dünya üzerindeki İnsanca yaşam sürmeleri hakkında ayrım yapmamış ve diğer yarattıklarına karşı üstün ve şerefli kılmıştır.

“Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.”
Isra -70 (tdv meali)

Ebu Hureyre Ra diyor ki;
“Ben Resulullahdan iki kab dolusu ilim aldım. Bunlardan birini size naklettim. Diğerini de nakletmiş olsaydım boynumu vururdunuz”
Buharî, İlim, 42.

Ebu Hureyre Hz.leri gibi Kuran ilimlerinin hakikatine ulaşan birçok İslam mutasavvıfı ve düşünürü yazmış oldukları eserlerde Kuran’ın derinliklerini anlatan cümlelerinde daha ileri gitmekten korkarak “ Bundan öteye anlatmaya bize müsaade yoktur” diyerek, konuyu kapatmışlardır. Sebebi ise dar düşünen, sonsuz İslam ilmine kendi kafalarında sınır koyan, kaba sofuların fitne çıkarmasını önlemek içindir.
Zaman artık, Sidretül münteha ilimlerini keşfetme zamanıdır. Batılılar, tahrif olmuş Tevrat ve İncilden medet umup, teoloji paralel bilimin derinliklerini araştırırken, İslam alemi Kuranı evin duvarlarına asmış ağlamaktadır. Hazineler yüklü Kuranı Kerim varlığındaki İlimleri açacak Alimleri beklemektedir. Maddeden icat edilecek her makine ve alet yapılmıştır. Ancak, Zaman yolculuğu, Galaksiler arası seyahat, hastalıklı hücrelerin yerine yenisini üretmek, İnsan uzuvlarını Bioelektronik teknikle icat etmek, ömürleri uzatmak Ruhun sırları ile birleşip kalpleri düşünceleri okumak ve daha birçok bilim dalı artık maneviyatla yani Kuran la yürüyecektir.




Ahir zamanı yaşadığımız şu günlerde kalplerde küllenen İlmi imanın ve ilmin yeniden tazelenmesi için, İslam’ın İnsanlara verdiği hürriyeti ve derin ilimleri tüm açıklığıyla anlatmanın İnsanın, Kainat ta sonsuz kere tekrarlanan hayatlarını ve bu hayatlarındaki evrelerin ve her evredeki olgunlaşmalarını hatırlayabilmeleri için bu konudaki Ayetlerin zamanımıza ve ötelerine hitap eden manalarının açıklanmasının vakti gelmiştir.

Cafer İskenderoğlu

Necm Suresinin sırrı

e-Posta

Bismillâhirrahmânirrahîm

Necm Suresi 1- 18. ayetleri
1, 2, 3. Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı; o, arzusuna göre de konuşmaz.
4. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.
5, 6, 7. Çünkü onu güçlü kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (Cebrail) öğretti. Sonra en yüksek ufukta iken asıl şekliyle doğruldu.
8, 9. Sonra (Muhammed'e) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.


10, 11. Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi. (Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı.
12. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız?
13, 14. Andolsun onu, Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında önceden bir defa daha görmüştü.
15. Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır.
16. Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.
17. Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı.
18. Andolsun o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü.
(TDV meali)
“Kabe kavseyn” sırrı.
Kabe kavseyn sırrı, Necm suresinin ilk 18 ayetinde gizlidir.
Bu sırrı kısmen sizlere açmak için, Necm suresinin ilk 18 ayetine başka bir gerçek manası ile bakacağız.
Hz Resulullah Efendimiz (sav) sanıldığı gibi bir defa Mirac etmemiştir.
Allahu Tealanın, Resulullah Efendimize olan sevgisi, şu hadisi kudside derin anlamıyla mevcuttur.
“Levlake levlak lema halaketül eflak” manası;
“Ey Habibim sen olmasaydın bu Kainatı yaratmazdım.”
Allahu Tealanın, Habibine olan bu derin sevgisi, Resulullah Efendimizin  beden alemine gelmesinden sonra, Resulullah Efendimizde derin bir hasrete sebeb olmuştur.
Resulullah Efendimizin(sav), Allah aşkı ve hasreti, onu, Nur dağındaki Hira mağarasına çekerek, inziva da Allahu Tealaya olan özlemini artarak yaşamasına sebep olmuştur. Bu hasret karşılıksız değildir.
Resulullah Efendimiz(sav), yaratıldığı andan beri, Elest gününde yaşadığı, Rabbi ile dolu hatıralarını Hira mağarasında derin derin tahayyül etmekteydi.
İşte, Resulullah Efendimiz derin bir Allah hasreti içinde iken, Allahu Teala, Cebraili as, habibine göndererek bu hasreti giderdi.
Cebrail as, hasret gideren ilk ayeti vahyetti. Bu ayet aslında bir davetti. “İkra” kelimesi “oku” manasına geldiği gibi, ayetin o anda ki hitabı Resulullah Efendimiz için özel bir anlam taşıyordu.
“ikra”= yaklaş.

“Ikre' bismi rabbikelleziy halak”
“seni yaratan rabbinin ismiyle yaklaş”
Alak suresi-1

“seni yaratan Rabbinin ismiyle oku” manasıda doğrudur. Bu mana Resulullah Efendimizin aynasında biz kullarına hitaptır. Ancak bu ayetin ilk gelişindeki Resulullah Efendimize olan hitabı; “yaklaş”, “yakınıma gel” emridir. Çünkü Allahu Teala habibinin ayrılık üzüntüsünü gidermek istemiştir.

“Halekal'insane min 'alak”
“insanı yaratan müşkülünü gideren”
Alak suresi-2

Bu ayetin diğer bir anlamıda “insanı alak’tan yaratan” anlamına geldiği gibi, daha birçok anlam taşımaktadır.

“Ikre' ve rabbükel'ekrem”
“ yaklaş, kerem sahibi rabbine”
Alak suresi-3

İşte, Resulullah Efendimizin, Allahu Teala ya hasret yolculuğunu ve miracını Necm suresinin ilk 18 ayeti haber verir.
Müteşabih ayetlerin sayısız manaları vardır. Siz, muhterem okuyucularıma
Necm suresinin 1 ila 18. ayetlerini, Miracın sırlarını açan manaları ile sunuyorum.
Necm suresi 1- 18. ayetleri

Bismillahirrahmanirrahim

1. Ven necmi iza heva

“yemin olsun, aniden uzaklaşan (yükselen) yıldıza”
Bu ayette, “yıldız” kelimesi, Resulullah Efendimizin nur bedenini temsil etmektedir. Resulullah Efendimizin nur bedeniyle aniden ışık hızıyla Sidret’’ül Müntehaya yükselişi anlatılıyor.

2. Ma dalle sahıbukum ve ma ğava
“yeryüzüne yayılmış, yolunu şaşırmış İnsanlara yol gösteren”

3. Ve ma yentıku anil heva
“yeryüzündeki muzdariplere güzel söz söyleyen”

2 ve 3. ayetlerde bahsedilen Allahu Tealanın ayetleridir. O ayetler biz insanlara yol gösterir.

4. İn huve illa vahyuy yuha
“katımızda, o güneş gibi parlayan vahyimizi,”

5. Allemehu şedidul kuva
“şiddetli bir tecelli ile öğrettik”

Miraç ta Allahu Teala, habibi ile cem olmuştur. Bu cem in şiddetli tecellisi ile Resulullah Efendimiz varlığına yayılan ayetleri, Elest gününde olduğu gibi hatırlamış almıştır.

6. Zu mirrah* festeva
“aklın ve mülkün bittiği yerde”

Resulullah Efendimizin miracında ulaştığı yer, yaratılmış tüm galaksilerin ötesinde, yaratılmış hiçbir varlığın olmadığı bir mekandı. Bu mekanda akıllar sükut eder, hiçbir varlık varlığının farkında olmaz. Bu mekan AMA nın kainata olan sınırıdır. Bu sınır düz bir çizgi halinde değildir. Çok boyutlu bir berzahtır. Bu Berzah yaratılma kapısıdır. Elest meydanıdır. Bu mahalde Allahu Tealanın sayısız ŞEN i vardır. (Bkz. Rahman suresi 29)
Oraya bir İnsanın fizik bedeniyle ulaşması mümkün değildir. Nur bedenle ulaşılır. Nitekim Resulullah Efendimiz bu mahale nur bedeni ile ulaşmıştır.

7. Ve huve bil ufukıl a'la
“o ufukta ((sidret’ül müntehada) tüm ihtişamı ile göründü.”

Bu ayete geçen O zamirinde kastedilen, Cebrail as değildir. Bizzat Allahu Tealanın, Resulullah Efendimize göründüğü halidir.

8. Summe dena fe tedella
“sonra tevazu ile eğildi”

Bu ayette Resulullah Efendimizin yüksek bir tevazu ile Rabbine secde etmesi anlatılıyor. Ayetteki “dena” kelimesi “kabarcık” demektir. Su kabarcığı yarım küredir yarım küreye yandan bakarsanız yay şeklindedir. Burada Resulullah Efendimizin nur bedeni, cem olmak üzere kavs haline gelmektedir. Mana aleminde bu hal çok acayip sırlara gebedir.
İnsanın Namazdaki halide böyledir. Secde halindeki insan kabarcık şeklini alır. Eğer insan Namazda masivadan beri olursa bu Miracı kısmen yaşar.
Resulullah Efendimizin, “Namaz Müminin Miracıdır” sözünde bu hale işaret vardır. Ashabı Suffa bu hali bir kere tatdıktan sonra Resulullah Efendimizin kapısında kamp kurmuşlardır.

9. Fe kane kabe kavseyni ev edna
“hemen iki yayın birleşmesi gibi birleştiler”

O secdenin akabinde iki sevgilinin cem olması bu ayetle anlatılıyor. “Kabe kavseyn” sırrı budur. Yaratılmışlar tarihinde ilk defa bir Peygamber Rabbi ile cem olmuştur. Bu hali akıllar almaz. Bu halin ayetle anlatımı çok sırlarla doludur. Hayal etmek mümkün değildir. İki yay yada iki yay eğrisi yüz yüze birleşince oval bir şekil alır. bu hal “kabe” kelimesi ile anlatılmıştır. “kabe” kelimesi yumurta yani oval anlamındadır. Bu anlatımlar, asıl hali anlatmak için remz edilmiştir. Anlaşılması gereken hal, Resulullah Efendimzin nurunun Allahu Tealanın nurunda yok olmasıdır. Ancak bu mahvolmada Resulullah Efendimizin bilinci kaybolmamıştır.

10. Fe evha ila abdihi ma evha
“hemen kuluna vahyini yaydı”

Resulullah Efendimiz, Ayetlerin tamamını bu halde iken hal olarak yaşamıştır.

11. Ma kezebel fuadu ma raa
“gönlü gördüklerini yalanlamadı”

12. Efe tumarunehu ala ma yera
“kalem gibi büküldü”

Bu ayet, Resulullah Efendimizin cem halinden, Allahın izniyle tekrar ayrılışını anlatır. Vahyi aldıktan sonra cem deki nur bedeni tomar gibi bükülüp kalem şekline geliyor.

13. Ve le kad raahu nezleten uhra
“son menzilini gördü”

Resulullah Efendimiz, burada Sidrenin yanında bulunan Cennet’ül meva’yıda gezip son menzilini seyretmiştir.

14. Inde sidratil munteha
“sidretül müntehanın yanında da görmüştü”

Resulullah Efendimiz, Elest günündede Cennet’ül meva’yı görmüştü

15. Indeha cennetul me'va
“(sidretül müntehanın) yanında cennetül meva vardır”

16. İz yağşes sidrate ma yağşa
“sidreyi rahmeti sarmıştı”

Allahın rahmeti, önce Resulullah Efendimize olan sonrada tüm yarattıklarına olan sevgisidir. Bu sevgi Sidreyi ve Sidreden sonra başlayan Kainatı sarmıştır.

17. Ma zağal besaru ve ma tağa
“gördüklerini gönlü aldı (kabullendi) (şaşırmadı)”

18. Le kad raa min ayati rabbihil kubra
“yemin olsun yeteri kadar Rabbinin büyük ayetlerini gördü”

Resulullah Efendimiz, orda gördüğü büyük Ayetler Kuranın içinde gizlenmiştir. Bu Ayetler Allahu Tealanın sayısız sırlarını barındırır.

Cafer İskenderoğlu